Perşembe, Ocak 23, 2025

Faşizmi anlamak ekonomik güçleri anlamayı gerektirir – Taylor Dorrell

Taylor Dorell’in Jacobin’de yayımlanan bu yazısı Batı’da bir süredir politik gündemi işgal eden ve bizim de önemsediğimiz faşizm tartışmalarına iyi bir katkı niteliğinde. Dorell yazıda belli bir faşizm tanımından ve onun maddi tarihsel arka planından hareket ediyor. Solda yapılan faşizm değerlendirmenin birçoğu bu tanımla örtüşmeyebilir. Zira esas mesele birtakım kavramları tanımlama fetişinden öteye geçip “Şimdi ne yapıyoruz?” diye sorabilmekte. Dorell tam da bu pratik arayış adına bir başlangıç adımı atmayı deniyor. İyi okumalar.


Faşizm konusundaki kafa karışıklıkları ve tartışmaların ardında basit bir gerçek yatar: Faşizm, ekonomik elitlerin yönlendirdiği bir güç oyunudur. Komünistler, faşizmin biçiminin sınıf dinamikleriyle şekillendiğini fark etmişlerdi. Bu, akılda tutulması gereken bir tespit olarak karşımızda duruyor.

Amerikalı komedi ikilisi Marx Kardeşler’in 1933 tarihli filmleri Duck Soup’ta, “Freedonia” adındaki hayali ülkenin başına bir diktatör getirilir. Bunun sonucunda kaos başlar, komşu ülke Sylvania ile savaş patlak verir. Film, klasik Marx Kardeşler tarzında, siyasete ve savaşa alaycı bir dille yaklaşır. Hikayenin tarihsel bağlamı elbette Avrupa’da faşizmin yükselişidir. Benito Mussolini on yıldır iktidardaydı, Adolf Hitler de aynı yılın başlarında göreve gelmişti. Film, Mussolini’ye benzeyen lideri palyaço gibi tasvir ederek ABD’de egemen görüşten uzak olması nedeniyle faşizme olan güvensizliği yansıtır. O dönemde faşizm birçok Amerikalı için belirsiz bir kavramdı. Ezra Pound gibi isimler Mussolini’yi Thomas Jefferson’a benzetirken, bazıları da Franklin Delano Roosevelt’i faşist olarak nitelendiriyordu.

Robert Benchley, A Brief Course in World Politics [Dünya Siyasetinde Kısa Bir Yolculuk] adlı kitabında “Eskiden herkesin dünya tarihini takip edebildiği bir zaman vardı” diye belirtmiştir. Benchley’e göre I. Dünya Savaşı’ndan önce tarih basitti: “Ya kral bazı insanların kellesini aldırırdı ya da bazı insanlar kralın kellesini aldırırdı.” Ancak 20. yüzyıl beraberinde siyasi karmaşıklık dalgasını getirdi. Benchley, bu durumu “Yirmi dört tane ‘W’ harfiyle başlayan parti ortaya çıktığında ve her birinin Avrupa’nın gelecekteki barışı üzerinde etkisi olduğunda, üzgünüm, ama Avrupa’nın bunu kendi başına çözmesi gerekecek. Bana sadece ne zaman bir savaşa daha gireceğini haber versin” sözleriyle değerlendirmişti.

Benchley’in tarihsel değerlendirmesinde ve Duck Soup‘ta komik görünen şey, yani faşizmin gerçekte ne olduğuyla yüzleşmeyi reddetme, bugün bazı akademik çevrelerde devam etmektedir. Fascism Comes to America: A Century of Obsession in Politics and Culture [Faşizm Amerika’da: Siyaset ve Kültürde Bir Asırlık Saplantı] adlı kitabında Bruce Kuklick, “faşizmin temelinin ya da ampirik içeriğinin olmadığını” iddia etmektedir. Daniel Steinmetz-Jenkins de Did it Happen Here? Perspectives on Fascism and America [Burada da mı? Faşizm ve Amerika Üzerine Perspektifler] kitabının girişinde de aynı sonuca varıyor, “ilerlemenin yolunun faşizm tartışmasını sonlandırmak” olduğunda ısrar ediyor. Her ikisi de faşizmi, tanımını ve günümüzle ilgisini çevreleyen onlarca yıllık tartışmaları irdeliyor, her ikisi de kesin olarak dünyanın bunu kendi başına çözmesi gerektiği sonucuna varıyor.

Buna karşılık komünistler faşizme materyalist bir mercekten yaklaşarak analizlerini sınıfsal ve ekonomik dinamiklere dayandırdılar. Komünist Enternasyonal, bir süre “sosyal faşizm” suçlamalarıyla oyalandıktan sonra, 1935’te faşizmi psikolojik ya da kültürel bir olgu olarak değil, gerici ve emperyalist ekonomik elitlerin bir kesiminin çıkarlarına hizmet eden baskıcı bir diktatörlük biçimi olarak tanımladı. Bu çerçeve faşizmi doğrudan ekonomik sömürü ve sınıf iktidarı güçleriyle ilişkilendiriyordu, bu da bugün faşizmi anlamak ve ona karşı mücadele etmek için elzemdir.

Erken dönem tartışmalar

Başlangıçta, faşizmin doğası hakkında “cahil” kalma iddiasında bulunmak kolaydı. “Faşizm” kelimesi İtalyanca “fascio” ve Latince “fasces” kelimelerinden türemiştir. Birlikten doğan gücü simgeleyen bir ilkeler bütünüdür, bu da faşizmi oluşturan ideolojiler topluluğunu temsil eder. Faşist bir diktatörün, emekçiyi ezerken ve ırksal “ötekiyi” bastırırken tekellere fayda sağlayan bir ekonomi yaratmak için devlet gücünü kullandığı genel olarak anlaşılmıştır ancak altta yatan dinamikler, yani böyle bir diktatörü destekleyen güçler, çok daha tartışmalı ve yanlış anlaşılmış olmaya devam etmektedir. Mussolini’nin kendisi de 1932’ye kadar faşizmi tanımlamamış, onu “devrime karşı devrim” olarak adlandırmıştır. Önderlerinden birinin bu tanımsal muğlaklığı bir soruyu daha da öne çıkarır: Faşizm bir çerçeveye sığdırılamayacak kadar karmaşık mıdır? Gerçekten de “temel bir faşizm” yok mudur?

Mussolini, Hitler ve Franco’nun yükselişine tanıklık eden 20. yüzyılın büyük dahilerinin, bu hareketlerin bir şekilde bağlantılı olduğu, yani ortak bir özle birbirine bağlandığı duygusuyla boğuştuğunu hayal edebiliriz. Böylece, bu tartışmaları özetleyen kitaplarda gördüğümüz gibi, Leon Troçki’nin gerici orta sınıfı vurgulayan tanımı, Umberto Eco’nun faşizmin on dört genel özelliği ve Theodor Adorno’nun Otoriter Kişilik‘i ortaya çıkmıştır. Bu düşünürler, kafası karışık alaycılara ortada bir bütünlük olduğunu söyler gibidirler. Öyle olmak zorundadır.

Did it Happen Here? kitabında alıntılanan eserler boyunca okuyucu hem bu 20. yüzyıl tartışmalarını hem de çağdaş tartışmaları bulacaktır. Kitap Troçki, Hannah Arendt ve Eco’nun denemeleriyle başlar ve Donald Trump’ın cumhuriyetçilerinin karakterini tartışan çalışmalarla sonlanır. Jan-Werner Müller “Faşizm bu mu?” başlıklı yazısında “Putinizmin son versiyonları” dışında günümüzde hiçbir şeyin “makul bir şekilde faşizm olarak adlandırılamayacağını” savunur. Ruth Ben-Ghiat ise “Faşizm Nedir?” başlıklı yazısında faşizmin günümüz Macaristan’ı ve İtalya’sı gibi her ikisi de sözde “neofaşist” partiler egemenliğindeki yerlerdeki dönüşümünü gizlemenin faşizmin anlamını sulandırdığını ve potansiyel yeniden dirilişine yardımcı olduğunu söyler.

Karmaşık tarihine ve çeşitli yorumlarına rağmen, faşizmi tanımlamaya yönelik ısrarlı çabalar temel bir inancı ortaya koyuyor. Faşizmi anlamak, ne kadar karmaşık olursa olsun, hem acil hem de gerekli olmaya devam ediyor.

Komünistler haklıydı

Liberaller, muhafazakarlar, postmodernistler, Troçkistler ve Maoistlerin hepsi faşizm hakkındaki görüşlerinin günümüz medyasında yankılandığını görüyor. Anaakım medyadaki konuşmacılar Sağ’daki herkesi faşist olarak adlandırıyor, hem aşırı solcular hem de Trump destekçileri liberalleri faşist olarak adlandırıyor, akademisyenler hiçbir şeyin faşist olmadığını iddia ediyor. Bununla birlikte, bir zamanlar dünyanın büyük bölümünde, özellikle de komünist “İkinci Dünya’da” yerleşik olan tanım acı bir şekilde eksiktir. Yakın dönem literatüründen silinmiş olmasına rağmen bu faşizm anlayışı günümüz tartışmalarında dile getirilmese de önemini koruyor. Çöreklerin ortasındaki delikleri büyüterek malzemeden çalmaya çalışan fırıncı misali onyıllardır komünist tanımın etrafından dolanmak, sadece daha fazla hamur ihtiyacına neden oluyor.

David O. Russell’ın 2022 yapımı Amsterdam filminin en önemli sahnelerinden birinde, General Dillenbeck’in (Robert De Niro) bir gaziler galasında Başkan Roosevelt’i devirmek için Washington’a yürüyüş çağrısı olacak bir konuşma yapması beklenir. Bunun yerine, tiranlığı ve faşizmi kınayan kendi konuşmasını okuyarak komployu bozar ve darbe girişiminin arkasındakileri, yani Amerika’nın en büyük sanayi kapitalistlerinden bazılarını ifşa eder. Business Plot‘un gerçek hikayesine dayanan film, faşizmi “iktidarı ele geçirmek için elitlerin yürüttüğü bir kampanya” olarak tasvir ediyor. Amsterdam’ın anlatısı, çağdaş söylemden büyük ölçüde silinmiş, 1930’ların solunu şekillendiren ve bugünü anlamamıza yardımcı olabilecek bir perspektif sunuyor.

Naziler iktidarı ele geçirdikten bir ay sonra Reichstag (parlamento) binası ateşe verildi. Naziler bu kundaklamayı, yangından sorumlu tuttukları komünistleri toplamak için bahane olarak kullandılar. Suçlananlar arasında, faşizmin siyasi projesinin tanımlanmasında etkili olacak bir kişi de vardı: Bulgar komünist Georgi Dimitrov. Dimitrov mahkemede ateşli ve başarılı bir savunma yaptıktan sonra SSCB’ye kaçtı ve orada Komünist Enternasyonal’in genel sekreteri oldu.

Dimitrov, 1935’te Komünist Enternasyonal’in Yedinci Küresel Kongresi’ne bir rapor sunarak, aralarında Clara Zetkin ve Antonio Gramsci gibi isimlerin de bulunduğu komünistler arasında yıllarca süren tartışmalar sonucunda ortaya çıkan bir faşizm tanımını dile getirdi. Dimitrov’a göre faşizmi faşizm yapan, “finans kapitalin en gerici, en şovenist ve en emperyalist unsurlarının bir araya getirdiği sınırları olmayan bir terörist diktatörlük” olmasıydı.

Faşizm nasıl yanlış anlaşılır?

Vijay Prashad, Palmiro Togliatti’nin Lectures on Fascism (Faşizm Üzerine Dersler) adlı kitabının önsözünde faşizmin açık bir tanımının yapılmasının önemini vurguluyor. Prashad, faşizmin ilk aşamalarına atıfta bulunarak “burjuvazinin bölündüğünü” ve “en gerici kesimin kapitalist krize faşizan bir çözüm getirmeye çalıştığını” belirtiyor. İtalya ve Almanya’daki komünistler bu değişimde büyük finansörlerin ve çıkar sahiplerinin rolünü tespit etmekte gecikmemişlerdir. Gramsci 1926’da faşizmin bir gün liberal demokrasiye dönüşecek “demokrasi öncesi bir rejim” olmadığını, bunun yerine “kapitalist toplumun gelişiminin en ileri aşamasının ifadesi” olduğunu gözlemlemiştir.

O dönemdeki gazeteciler de bu ilerlemeyi takip ediyordu. Facts and Fascism (Gerçekler ve Faşizm) gibi eserler, Fritz Thyssen ve Alfred Krupp gibi sanayicilerin faşizmin yükselişini nasıl finanse ettiklerini ve bundan nasıl faydalandıklarını ayrıntılı bir şekilde aktarıyor. Bu gibi isimler, sosyalist devrimlerin ardından kapitalistlerin yüreğine korku salan komünizme karşı bir siper olarak destekledikleri faşist hareketlerle giderek aynı çizgiye gelmişlerdir. Daniel Guérin’in 1939 tarihli Faşizm ve Büyük İş Dünyası adlı kitabında gözlemlediği gibi, faşist partiler, grevleri ve sosyalist toplantıları acımasızca bastıran silahlı işçi karşıtı milislerin koalisyonlarından oluşuyordu. Çok sayıda sanayici ve finans kapitalisti “burjuva demokrasisini” desteklerken, faşizm mesajını kitlesel bir tabana ulaştırmak için yalnızca bu sınıfın gerici bir kesiminin finansmanına ihtiyaç duyuyordu.

Zamanla Komintern’in 1935’teki tanımı, yani “gerici finans kapitalin terörist diktatörlüğü”, Joseph Stalin ile ilişkilendirilmekten kaçınmak isteyen teorisyenler tarafından hem muhalefet hem de mesafeyle karşılandı. Timothy Snyder gibi “sosyal faşizm” kavramının aşırı kullanımıyla faşizm tanımını bulanıklaştıranların komünistler olduğunu iddia edenlerin aksine, bugünkü bulanıklaştırma doğrudan faşizm hakkındaki antikomünist teorilerden doğmuştur, bu da kalıcı bir kaos ve kafa karışıklığına yol açmıştır.

Faşist İtalya’da arızalı pullarla ilgili eski bir fıkra vardır: “Mussolini üzerinde kendi yüzü olan bir pul bastırdıktan sonra, İtalyanlar yanlış tarafa tükürdükleri için pul hemen toplatılmıştır.” Bu fıkra o dönemde faşizme duyulan nefreti sembolize ediyordu, ancak bugün fıkra tersine dönmüş durumda: tarihçiler ve kültür kuramcıları faşizmi tanımlamakta isteksiz davranarak ya da tanımlayamayarak faşistlerin istismar ettiği belirsizliğe katkıda bulunuyorlar.

“Postmodern” çağdaki, özellikle de 20. yüzyılın sonlarındaki tarihçiler bu sorunu daha da derinleştirdiler. 1997 tarihli In Defence of History: Marxism and the Postmodern Agenda (Tarihin Savunusu: Marksizm ve Postmodern Gündem) adlı kitabında Ellen Meiksins Wood, 1990’lardaki bu dönüşü “totalleştirici bilginin reddi” olarak eleştirmiştir. Aynı kitapta John Bellamy Foster, postmodern tarihi “anlamdan yoksun işaretler ve göstergeler” olarak tanımladı. Late Fascism [Geç Faşizm] kitabının önsözünde Alberto Toscano, “Komünist Enternasyonal’in tartışmalarını” açıkça dışlayarak bunun yerine Michel Foucault gibi postmodernistlerin 1970’lerdeki tartışmalarını tercih ediyor. Meta-anlatıları reddederek, kasıtlı olsun ya da olmasın, faşizmi oluşturan parçalanmış ideolojileri ilerletiyorlar. Faşizm kendi temel anlatılarını kullanırken, Kuklick ve Steinmetz-Jenkins gibi düşünürler bir karşı çerçeve sunmuyor; bunun yerine anlatıyı tamamen dışlıyorlar. Değişimin yapısal nedenlerini, onları anlaşılır kılan anlatıları ve “temel” özellikleri terk edersek nasıl anlayabiliriz?

Materyalist yaklaşımın inşa ettiği ev

Belki de çözüm postmodern ayrışmayı tümüyle reddetmektir. Postmodern karşıtı pozisyonu anlamak için Marx Kardeşler’e dönmemiz gerekiyor.

Animal Crackers filminde Marx Kardeşler kayıp bir tabloyu arar. Hırsızı bulamadıklarında, tablonun yandaki evde olması gerektiği sonucuna varırlar. Groucho, “Bu harika” der, “ama diyelim ki yan tarafta ev yok?” diye ekler. “Peki” der Chico, ”o zaman tabii ki bir tane inşa etmeliyiz.”

Wood ve Foster’a göre, kayıp resim ya da bizim durumumuzda tarihin kayıp sistemik kökenleri ve birleşik mantığı, sinizme dönüşen bitmek bilmeyen şüphecilik yoluyla değil, bir zamanlar “tarihsel materyalizm” olarak adlandırılan Marksist bir süreç olan materyalist analiz yoluyla keşfedilmelidir. Faşizm gibi bir ideolojinin üzeri bu kadar örtülüyken, onu keşfedecek yapısal analizin de yeniden inşa edilmesi gerekir.

Duck Soup‘a dönüp baktığımızda, Marx Kardeşler’in aslında faşizmin sınıfsal temelini sanıldığından daha iyi anlamış olabileceğini görüyoruz. Filmin Mussolini benzeri lideri, zengin bir dul kadının atanması karşılığında ülkeye milyonlar bağışlamasının ardından göreve getirilir.

Benchley’in önerdiği gibi bir sonraki savaşı beklemek yerine, gerçeği anlama dönüştürmeye ve eski solun literatürden çıkarılmış analizlerini yeniden canlandırmaya çalışanlara bakmalıyız. Wood’un Democracy Against Capitalism: Renewing Historical Materialism [Kapitalizme Karşı Demokrasi: Tarihsel Materyalizmi Yenilemek] adlı kitabında belirttiği gibi, “insan deneyiminin ve toplumsal mücadelelerin çeşitliliğine saygıyı, tarihsel nedenselliğin tamamen ortadan kaldırılmasıyla karıştırmamalıyız.”

Bugünün en acil görevi, egemen ideolojilerin yerleşik düşünme biçimlerini yeniden üreten yılgın eğilimlerle mücadele etmek, faşizmi anlamak ve nihayetinde yenmek için çaba göstermektir. Komünistler bunu yapmak için çok değerli araçlar sağlamışlardır. Faşizmi anlamak için bu araçları kullanmalı ve yandaki evi inşa etmek için Marx Kardeşler’in yolundan gitmeliyiz.

Çeviri: Bala Ulaş Ersay
Özgün Metin: Understanding Fascism Requires Understanding Economic Powers

Son Eklenenler