Pazartesi, Aralık 2, 2024

Ermenek’in kayıp hesabı

Bundan 10 yıl önce, 28 Ekim 2014’te, Karaman’ın Ermenek ilçesinde Has Şekerler Madencilik’e ait kömür madeninde su baskını sonucu 18 işçi boğularak hayatını kaybetti.

Ermenek Maden Katliamı yalnızca bir iş cinayeti değil sömürü düzeninin en çarpıcı örneklerinden biriydi. Olaya ilişkin, ceza davasında alınan bilirkişi raporunda “Ocak içinde kazı ve kömür çıkarma faaliyetleri sırasında güvenlik amacına yönelik olarak tekniğine ve mevzuata uygun olarak sondaj çalışmaları yapılmamıştır. Kazıya başlamadan önce tekniğe ve mevzuata uygun 25 metrelik sondajların yapılması gerekmektedir. Oysa ocakta kazılar sırasında sadece 3 metrelik sondajlar yapılmıştır. Türkiye’deki madencilik faaliyetindeki gözetim-denetim yetkisini elinde bulunduran ve kamu otoritesi olan MİGEM’in, iş kazasının meydana geldiği işletme sahasındaki maden üretim faaliyetlerini yeterince ve etkin bir şekilde denetlemediği ortadadır. MİGEM heyetinin düzenlediği 21.08.2014 tarihli raporda, iş kazasının meydana geldiği ocakta icra edilen kazı çalışmaları sırasında ‘eski imalatlı bölgelerden su ve gaz degajlarının yüksek olma ihtimali yüksektir’ tespitinde bulunulmasına rağmen bu tür teknik hataların tekrar etmemesine yönelik olarak işletme ruhsat sahibi şirket, MİGEM tarafından yeterince ve etkin uyarılmamış ve yönlendirilmemiştir” denmişti. 

Tanık işçiler ise “Müfettişler gelmeden önce gösterilmeyecek bacaları (galeriler) kapatıyorlardı. O bacaların önlerini barajlıyorlardı. Neredeyse 200 metrelik bir alanın önüne baraj yapılıyordu. 200 metreyi müfettişler görmüyordu” diyerek kazanın göz göre göre geldiğini söylemişti. Fakat sanıklar bilinçli taksirle yargılanmış, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlı müfettişler için soruşturmaya izin verilmemiş, dosyadaki sanıklar ödül gibi cezalarla cezalandırılmıştı. 

Geçen 10 yılda ailelerin hak ettikleri tazminatlar hâlâ ödenmedi. İşçi sınıfının emeği üzerinden kâr elde edenlerin sorumluluğu üstlenmemesi sistemin adaletsizliğini ve çürümüşlüğünü gözler önüne sermeye devam ediyor. İşçilerin yaşam koşulları ya da güvenliği sistem için önem arz etmez, aslolan üretim ve kârdır. Bunu biliyoruz fakat işçilerin ölüme terk edildiği o maden ocağında edinilen kar yetmemiş olacak ki ailelerine tazminatları davalar kesinleştikten neredeyse beş yıl sonra, güncel hesaplamalar yapılmadan, düşük rakamlarla ve çek yoluyla ödeyerek hâlâ kâr elde etmeye çalışıyorlar. 

Kapitalist devlette “adalet” işçi sınıfının yanında değil sermaye sahiplerinin yanında yer alır. Adaletin işçiler lehine işlememesi, Ermenek’teki madenci ailelerinin tazminat davasında da kendini gösteriyor. 

İşçilerin hayatı ucuzlaştırılırken, işçi güvenliği ve sağlığı gibi temel haklardan mahrum bırakılırken, bu sistemde işçilerin emeği ve canı sermayenin büyümesi için harcanabilir kaynaklar olarak görülürken, adaletsizlik Ermenek katliamında vücut bulmuş ve gerçek yaşamda acı bir örnek halini almıştır. O halde adaleti sağlamak ancak bu çarkın kırılması ve işçi sınıfının kendi kaderini eline almasıyla mümkündür. Bu adalet, yalnızca hukuk kurallarının değil toplumun tüm değerlerinin kökten değişmesini gerektirecektir.

Bağımsız Maden İşçileri Sendikası Genel Başkanı Gökay Çakır Ermenek maden katliamının 10. yılı anmasında Ermenek Meydanı’ndan soruyor: “Herkes İSİG Kanunu’nu bilir. Ama hiç kimse kullanmamış. Niye kullanmamış? Biz niye kullandık? Bir işçimiz daha hayatını kaybetmesin, bir canımız daha feda olmasın diye…10 senedir haklarını alamamışlar. Adalet bunun neresinde?” Tekrarlıyoruz: Adalet bunun neresinde?

Ermenek Maden Katliamı, hukuk-devlet-sermaye arasındaki simbiyotik ilişkinin açığa çıkmasına sebep olmuştur. Bu katliam, yerin altındaki karanlıkta emeğini tırnaklarıyla çıkaran 18 işçinin, o toprağın üstünde hak ettikleri değeri bir türlü bulamamalarının simgesidir. Bu katliam, yasaların sessizliğe gömüldüğü, adaletin kömür karası ellerde paramparça olduğu, ölümün dahi eşit olmadığı bir dünyayı ortaya serer. 

Yerin altına hapsedilmiş emekçiler karanlığa karşı bir ses, bir çığlık gibi yankılanır. Yıllar geçtikçe acılar unutulup kanıksanır, kaybolan canlar birer sayı, sessiz kalmış hak talepleri ise küllenmiş umutlar olarak kalır. Ancak biz bu unutulmuşluğu asla kabul etmemeli, karanlıkta kalanları aydınlatmalı ve onların hikayesini anlatmalıyız. 

Ermenek Maden Katliamı, yalnızca yerin altına gömülen 18 canın değil onların ardından yürekleri paramparça olan ailelerinin de hikayesidir. Bu hikaye adaletin ve insan onurunun unutulduğu, feryatların sessizlikle karşılandığı bir dünyada yankılanır. Tezcan Gökçe’nin annesi Ayşe Gökçe’nin sözleri, madenin karanlık sularında boğulan bir oğulun ardından duyduğu derin çaresizliğin, acının kelimelere dökülemeyen halidir: “Oğlum yüzme bilmezdi, suyun içinde ne yaptı?” Bu cümle, annenin kafasındaki hayalini bile gömemez olduğu bir ölümün korkunç yüzünü gösterir, yürek yakan bir ağıt gibi kalır kulaklarda. Kendi çocuğunun en son nefesinde ne yaşadığını düşünen bir annenin içten feryadı, neden yıkmamız gerektiğini de hatırlatan bu adaletsiz düzenin tüm çıplaklığını ortaya koyar.

Tezcan’ın babası Recep Gökçe’nin, “Param yok, param olsa bu ayakkabılarla gezer miyim?” sözleri bu katliamın simgesidir. Madencinin ailesinin yalnızca acısını değil yaşamları boyunca çektikleri yokluğu da haykırır, yaratılan uçurumu gözler önüne serer. Bu feryatlar, her şeyin ötesinde insan onurunu hatırlatan, unutmamamız gereken bir iz bırakır ardında. Aynı zamanda kapitalizmin insanların umutlarını, geleceklerini, yaşamlarını bir avuç kazanç uğruna nasıl hiç ettiğini de ortaya koyar.

2014 yılı, Türkiye tarihine kara bir leke olarak geçti. Aradan geçen 10 yıla rağmen, olayın ardından ödenmesi gereken tazminatların hâlâ ödenmemesi, mağdur aileleri için durumu daha da zorlaştırıyor. Madencilerin ailelerinin yaşadığı kayıplar, maddi tazminatlarla telafi edilemeyecek kadar büyüktü. Ancak en azından tazminatların zamanında ödenmesi beklenirken, yaşanan gecikmeler adalet arayışını daha da zor hale getirdi.

Madencilerin aileleri, yıllardır yaşadıkları acıyı hafifletmek için hak ettikleri tazminatlarını bekliyor. Çünkü ailelerin beklediği tazminatlar yalnızca maddi bir destek değil, aynı zamanda kayıplarının tanınması ve adaletin yerini bulması adına atılacak önemli bir adım. Aileler kaybettikleri sevdiklerinin anısını yaşatmaya çalışırken, bir yandan da adalet arayışında hak ettiklerinden mahrum kalıyor. 

Ermenek’in hatırası, bu bağlamda, yalnızca geçmişin değil geleceğin de bir uyarısıdır. Madencilerin ve ailelerinin adalet arayışı, sadece kendi acılarına değil bütün işçi sınıfına yönelik bir mücadele alanıdır. Bu mücadelenin bireysel çabadan ziyade kolektif bir çaba gerektirdiği de unutulmamalıdır.“Bir daha hiçbir madencinin feneri sönmesin diye Ermenek’i unutma.

Son Eklenenler