Perşembe, Ocak 23, 2025

Cebel Şeyh işgal edildi, kutlamalar sürüyor

İsrail kabinesi Lübnan’da ateşkes imzaladıktan sonra Suriye’de rejimin buharlaşmasından faydalanarak Golan Cephesi’ni aktive ettiğini açıkladı. Tek taraflı olarak 1974 tarihli “silahlı güçlerin geri çekilmesi” anlaşmasının feshettiğini ifade etti. Birleşmiş Milletler (BM) denetimindeki askerden arındırılmış ara bölgeyi işgal etti, bununla da yetinmeyerek ara bölgeyi daha rahat savunmasını sağlamak gayesiyle daha geniş bir hattı tutacak biçimde askeri güçlerini konuşlandırdı. Şu anda Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından hakkında yakalama kararı çıkarılmış olan, ülkesinde de yolsuzluk suçlamalarıyla yargılanan İsrail Başbakanı ilhak ettikleri Golan Tepeleri’ni bırakmayacaklarının altını çizdi. 

Niye bıraksınlar ki? Yeniden seçilen Donald Trump önceki döneminde Golan Tepeleri’nin ilhakını ABD tarafından BM kararlarına aykırı olarak meşru gören kararı zaten almıştı. Ayrıca Golan Tepeleri’nden kuzeye doğru Lübnan Suriye sınırı boyunca ilerleyerek bölgedeki en stratejik mevzi olan Arapların “Cebel Şeyh” dediği dağı da işgal etti. Bunun savunması için Şam’a doğru belli bir mesafedeki güvenlik kuşağına da askerlerini konuşlandırdı. Cebel Şeyh’i tutmak herhalde birkaç ay sonra yeniden Lübnan’a saldıracak olan İsrail ordusunun Litani Nehri’nin güneyini işgal etmesini kolaylaştıracak. Bu işgal, Şam’ı İsrail topçusunun menzili içinde tutuyor ama daha da önemlisi İsrail kontrolündeki Celile’nin hava savunmasını da önemli ölçüde kolaylaştırarak Lübnan Hizbullahı’nın bu bölgedeki yerleşimcilerin Aksa Tufanı sonrası başka yerlere göç etmesine yol açan caydırıcılığını ortadan kaldırıyor. Zira, Suriye’nin elindeyken yarattığı radar karanlığıyla Lübnan Hizbullahı’nın insansız hava araçlarının Golan üzerinden Celile’ye sızmasına olanak veren İsrail radar antenlerinin yerleştirilmesiyle tam tersine Lübnan ve Suriye içlerine doğru İsrail’in atış tesviyesini kolaylaştıracaktır.

İsrail’in Suriye’nin buharlaşan ordusunun bütün hava savunma kapasitesini, donanmasını, uçaklarını, bir kısmı Lübnan Hizbullahı’na ait olan roket ve füze silolarını, askeriyeyle bağlantılı araştırma merkezlerini yoğun bir hava saldırısıyla yok ettiğini de biliyoruz. Golan’ın Suriye kesiminde kalan su kaynaklarının geçmişten beri İsrail’in hedefinde olduğunu da. Bu arada İran’da yaşanana benzer bir şekilde Suriyeli en az üç biliminsanının bu saldırılar esnasında cinayete kurban gittiği haberlere yansıdı. 

Bu gelişmeler, Ortadoğu diplomasi çevrelerinde sade suya tirit kınamalarla geçiştirildi. Şam’da iktidarı ele geçiren Heyet Tahrir-el Şam (HTŞ) da bu saldırılara sessiz kalmayı tercih etti. Hatta İngiliz haber kanalı Channel 4’a son geniş bir demeç veren, “Ubeyde Arnavut” mahlasını kullanan örgütün resmi sözcüsü İsrail saldırganlığına değinmediği gibi bu konu kendisine özel olarak sorulunca gerçek bir siyasetçi gibi konuyu geçiştirerek hiçbir tarafın Suriye’ye karışmaması gerektiğini söyledi. Düşünülecek olursa, HTŞ’nin terör listesinden çıkarılması Batı başkentlerinde ciddi bir biçimde konuşuluyor, Nelson Mandela aynı “şerefe” iktidara geldikten yıllar sonra nail olmuştu. Durum buyken, anlaşılan örgüt İsrail hükümetleri hangi insanlık suçunu işlese buna bahane uyduran Batı başkentleriyle arayı bozacak şekilde İsrail karşıtı tutum almak istemiyor. Zaten HTŞ lideri kendisine sorulduğunda Suriye’nin Lübnan Hizbullahı ve İran destekli milisler dışında düşmanının olmadığını ifade etmişti.

Yani kısacası İsrail stratejik açıdan önemli bir aşama kaydetmişe benziyor. 20 Ocak öncesi parlak bir seçim zaferiyle ABD başkanı seçildiği için “kainatın imparatoru” tacını giyeceğini zanneden Trump bu tarihten önce Ortadoğu’da barış istiyor. İsrail’de bu tarihten önce, o günden kısa süre sonra başlayacak çatışmalara en avantajlı girecek şekilde pozisyon alıyor. Ülkemizin “keşke İsrail olsak koalisyonu” tabii ki durumdan memnun. O cenahın büyük çoğunluğunun Ortadoğu denince aklına gelen meşhur bir fıkra var, son cümlesi “Kürt anasını görmesin” olan… Dolayısıyla onların antiemperyalist olduğunu iddia edenleri dahil bölgeye dair umursadığı tek şey Kürtlerin herhangi bir statü elde etmemesi. Fakat ne yazık ki böyle darkafalı olmayan kimi kesimlerde de, İsrail’e domates satan insanlıktan nasibini almamış tüccara haddini bildirmekten çekinmeyen kimi çevrelerde de Cebel Şeyh düşerken kutlama havasının devam ettiğini gördük. Bu üzücüdür. Niye mi?

Kolektif Batı, Suriye’de rejimin buharlaşmasına demokrasi sevdasından sevinmiyor, herhalde bunun herkes farkındadır. Açıkçası, 2015’te Rusya’nın ağırlığını koymasıyla iç savaşta savunma pozisyonundan saldırı durumuna geçen ama Türkiye ve ABD’nin, Suriye’nin kuzeyi, Fırat’ın Doğusu ve Ürdün sınırının doğu ucundaki Al Tanf bölgesindeki askeri varlığından dolayı iç savaşı bitiremeyen rejimin, bu çatışmasızlık dönemi boyunca kısmen yaptırımlardan ama esas olarak kendi çürümüşlüğünden dolayı kazandığı yarım zaferi kendini destekleyen halk kesimleri lehine az bile olsa bir düzelmeye tercüme edemediği anlaşılıyor. Bu durumun, Baas Partisi’nin temel dayanağının yani Suriye Arap Ordusu’nun buharlaşmasına yol açtığı görülüyor. Nitekim bunun farkında olan Rusların bir süredir Suriye’de kendileri için esas önemli olan üslerinin korunmasına dönük pazarlıklar içinde olduğu bugün ortadadır. Aksa Tufanı sonrası Direniş Ekseni’nin stratejisi uyarınca Suriye cephesinin aktive edilip oradan İsrail’e doğrudan saldırılmasını, çatışmasızlık dönemi boyunca arasını düzelttiği başta Körfez ülkeleri olmak üzere Arap dostlarının telkiniyle ama herhalde ordusunun buharlaşmakta olduğunu da bildiğinden veto eden Esad, Direniş Ekseni’nin güvenini kaybetmişti. Dolayısyla Halep ve Hama’nın ışık hızıyla düştüğünü gören İran da bölgedeki güçlerinin zarar görmeden çekilmesi karşılığında muhalefetle anlaşıp sahadan çekildi. 

Bizim Suriye halkının tercihine dair yapacak bir yorumumuz olamaz, ancak her şeyin umdukları gibi olmasını dileyebiliriz. Bölgedeki antiemperyalist güçlerin açıklamalarını okursanız, o metinler de bu yöndedir. Bununla birlikte tarihten bir şeyler öğreniyorsak Suriye’deki durumun Osmanlı’nın 1908 temmuzuna benzediği söylenebilir. İstibdattan kurtulanlar yarın yokmuş gibi kutlama yapmaktadır. Yarın ise bugünden inşa edilmektedir, bu yarının sadece İsrail kısmından yukarıda bahsettik. Ne yazık ki Suriye’nin 1912’si, 1915’i, 1919 ve 1920’si aylar, hatta haftalar içinde gelir. Bölgedeki antiemperyalist mücadele önemliyse aklın kötümserliğiyle öngörülerimizi şekillendirmeliyiz. Yeni bir Lübnan iç savaşının tetiklenmesiyle, Irak’ın istikrarsızlaştırılıp İran’a saldırılması gelecek sene bu zamanlar konuştuğumuz başlıklar olabilir, kolektif Batı’nın bütününün başkentini Kudüs saydığı, Güney Lübnan’a girmiş ve Golan’a komşu Dürzi bölgelerini ilhak etmiş bir İsrail’le birlikte… 

Ulusların kaderini yeniden yazan hiçbir siyasal dönüşüm küresel gelişmelerden bağımsız değildir. Komite sitesinde de, dergisinde de 1989 sonrası girilen tek kutuplu düzenin gerilemekte olduğunu ama düzenin tepesindeki emperyalist merkezin bu eğilimi tersine çevirmek için her vasıtayı kullandığını ve kullanacağını defalarca belirttik. Rusya’nın Gürcistan, Ukrayna ve Suriye müdahalelerinin de, ABD’nin Ortadoğu’dan Asya Pasifik bölgesine güç kaydırma çabasının da ancak bu bağlamda anlamlandırılabileceğini ifade ettik. Azerbaycan Ermenistan arasında yumuşama da, Romanya’da ve Gürcistan’da seçim sonucu kabul etmeme de hep bu minvalde değerlendirilebilir. Sonuçta emperyalist merkez Rusya, Çin ve İran’ı sürekli bölgesel istikrarsızlıklarla zayıflatmak peşindedir. Bu kuzeyimizde Ukraynalılar pahasına yapılıyor, Gürcüler ve Moldovalılar da sıradadır. Tayvan, Çin açısından bu biçimde kullanılacak gibi görünmektedir. Demokrasi ve K-Pop cenneti Güney Kore bile gerilimi Kore yarımadasına taşımak için saçma sapan siyasi bir kriz içine girmiştir. Bütün bu süreçte yine buradaki ve dergideki yazılarda hep altını çizdiğimiz “Peki, İran’a kim saldıracak?” sorusunun yakıcılığını Cebel Şeyh düşerken sevinenleri görünce daha da çok hissediyoruz. Bu emperyalist hegemonyanın ülkemizdeki kuvvetini gösteren bir başka semptomdur. 

Filistin davası her şeyden önce bir antiemperyalizm davasıdır. Che’yi Gazze’ye, Denizleri Filistin kamplarına götüren bu bilinçtir. Bölgemizde emperyalizmin maşası çoktur ama koçbaşı İsrail devleti, onun panzehiri de “Nehirden Denize Özgür” ve demokratik bir Filistin devletidir. Şunun bilinmesi gerekir: “Önce elli yıl öncesine kadar her yerde ikinci, üçüncü sınıf vatandaş olan Arap on iki imamcılığının Irak’taki ve Lübnan’daki ‘hadsiz’ temsilcilerine hadlerini bildirelim, bak gör sonra İsrail’e neler ediyoruz,” kafasındaki mezhepçilikle Filistin davası savunmak mümkün değildir. Umulur ki sosyalistler dışında bunun farkında olan başka ideoloji ve inançlardan insanlar da olsun. Ama yoksa da fark etmez. Biz bildiğimiz yolda, Filistin’de düşen devrimcilerden devraldığımız mücadele geleneğinin ışığında, kavgaya devam edeceğiz.

Son Eklenenler