Paris Komünü ve 68 hareketleri üzerine çalışmalarından tanıdığımız Kristin Ross’un yakınlarda İngilizce olarak yayımlanan kitabı Komün Biçimi üzerine Ill Will dergisiyle yaptığı bu söyleşi, birçok itiraz edilebilecek noktayı ve tartışmalı çerçeveyi barındırsa da hem toprak mücadeleleri ve ekoloji tartışmaları açısından hem de müstakbel bir devrimin mekansallığı açısından kayda değer sorular ortaya atıyor. Ross, bugün Fransa’da yayılan ZAD1 (Savunulacak Alan) deneyimlerinden geçmişe doğru bir çizgi çekiyor ve Mayıs 68’in bütün tarihsel anlatısı Paris’e odaklanmışken bize o esnada Nantes’da, taşrada, hinterland’da olanı hatırlatıyor. Ross’un önemsediği ve bir politik öneri olarak sunduğu komüncü çizgi, alan savunması odaklı bir tür otonomculuğun sınırlarında gezdiği oranda kapitalizmin kılcallara yayılan küresel egemenliğini denklem dışı bırakan, nesnel koşullar karşısında politik iradeye fazlaca güç atfeden bir maceracılığa da kapı aralıyor. Taşıdığı bu riske rağmen devrimin güncelliğine ve savunmayla direnme arasındaki farka dair arayışı kayda ve tartışmaya değer.
Söyleşiye geçmeden önce başlıkta kullandığımız çeviri tercihini de açıklamakta fayda var. Metnin orjinalinde “situated” olarak geçen ve bizim “bölgesel” olarak çevirdiğimiz kavram, bahsi geçen mücadelelerin belli bir mekana, bir bölgeye, bir coğrafi konuma bağlı olduğu anlamını taşıyor. Bu açıdan bölgesel olmanın ötesinde yerle ilişkiye, yer temelli olmaya işaret ediyor. Kristin Ross, söyleşide evrensel bir devrim fikrini bu yere bağlı, bölgesel mücadelelerle ilişkisi üzerinden ele alıyor ve arayışını kritik bir mesele olan yerellik-evrensellik çelişkisi üzerine inşa ediyor. İyi okumalar.
Ekolojik mücadelenin giderek daha da hırçınlaşan yükselişi, yer ve mekana, toprak ve onun savunulmasına dair soruları günümüzün siyasi tahayyülünün ön saflarına itmiş bulunuyor. Bu meseleler ve daha genel olarak mekan siyaseti, Kristin Ross’un Rimbaud ve Paris Komünü üzerine yazdığı ilk kitabına kadar uzanan yazılarının da odak noktası. Yeni kitabı Komün Biçimi: Gündelik Yaşamın Dönüşümü (The Commune-Form: the Transformation of Everyday Life, Verso 2024) bu sonbaharda raflardaki yerini alırken, Ross ile Fransa’daki Les Soulèvements de la Terre2 (Toprağın Başkaldırısı) örgütlenmesi, federe komünler ve mevcut kaygı ve umutsuzluk ortamında devrimci saldırının nasıl yeniden sahiplenileceği üzerine konuştuk.
Ill Will: Geçen yıl Fransa’da Cezayir ve Fas kökenli 17 yaşındaki Nahel Merzouk’un polis tarafından öldürülmesiyle tetiklenen ayaklanmanın güçlü sömürgecilik karşıtı unsurları ışığında Mayıs 1968 üzerine çalışmanızı nasıl görüyorsunuz? Merzuk’un ölümü ile Venezuela kökenli Atlanta orman protestocusu Tortuguita’nın çadırında elleri havada bağdaş kurarak otururken polis tarafından öldürülmesi arasındaki bağlantıları görmezden gelmek zor. Sömürgecilik karşıtı isyanın bumerang gibi metropole dönüşü ile çağdaş ekolojik ve toprağa dayalı mücadeleler arasındaki ilişki nedir? Sizin tazmin anlayışınız bu geri dönüşte nasıl bir rol oynayabilir?
Kristin Ross: 68 Mayısı üzerine yaptığım çalışmanın mahiyeti, Fransa’da geçen yıl Nahel Merzouk’un polis tarafından öldürülmesinden sonra yaşanan ayaklanmaların sömürgecilik karşıtı yönlerine bağlı olarak değişmedi. Aslında, yıllar önce yazdığım Mayıs 68 ve Geriye Kalanlar (May ’68 and its Afterlives) adlı kitapta öne sürdüğüm argüman, Cezayir ve Vietnam başta olmak üzere sömürgecilik karşıtı savaşların Paris sokaklarında, Avrupa’da ve ötesinde patlak veren ayaklanmalarda, dünya çapında 1960’lar sürecinde oynadığı temel rolle ilgiliydi. Bu artık yeterince yaygın bir algı, ancak kitabı yazdığım 1990’ların sonunda Fransa’da 68’e ilişkin hakim fikir, bir tür yanlış yönlendirilmiş kitlesel azgınlık3, üniversiteli erkeklerin geceleri kız yurtlarına girmesine izin verilmemesiyle ilişkilendirilen ayaklanmalardı. Bırakın Vietnamlı köylüleri, işçiler bile ortalıkta görünmüyordu; Fransa tarihinin en büyük grevi, şirket medyasında yer edinme kaygısı taşıyan birkaç dönek öğrenci liderinin biyografisine odaklanan dar ve çıkarcı bir bakış açısıyla “yok edildi”.
Komün Biçimi‘nde, aynı dönemde Nantes gibi bir taşra kentinde meydana gelen hareketlere -kentlerini ve çevresini isyancı bir komün olarak yeniden yaratmak, yönetmek, beslemek ve yaşamak için birlikte yola çıkan ücretliler, öğrenciler, grevci işçiler ve aileleri arasında kurulan bir dizi ittifak ve ağa- odaklanmam 68’le ilgili düşüncelerimi değiştiren şey oldu. Bu deneyim kısa sürdü, ancak bugünün kaygıları açısından bakıldığında başkentte yaşananlardan çok daha önemliydi. Odağımızı Nantes’a çevirdiğimizde, yüzyılın ortalarına, örneğin Paysans-Travailleurs4 [köylü-işçi] hareketine yön veren siyasi bilince, o bölgeyi çoktan yeni bir tarımsal solun merkezi haline getirmiş olan bir bilinç ve yönelime kadar uzanan başka bir tarihin ana hatlarını görmeye başlayabiliriz. Nantes gün yüzüne çıktığında, Larzac5 artık uzun 1960’ların bir art düşüncesi ya da enerjisinde bir azalma olarak görülemez. Larzac ve Japonya’daki Narita Havaalanı’nın inşasını engellemek için verilen uzun mücadele artık 20. yüzyılın ikinci yarısından günümüze kadar tüm tarihi yeniden şekillendiren olaylar olarak görülebilir.
Nahel Merzouk’un ölümü ile Atlanta’daki Stop Cop City işgali protestocusu Tortuguita’nın ölümü arasında -her ikisinin de polis eliyle yok yere işlenmiş cinayetler olması dışında- tam olarak nasıl bir bağlantı görüyorsunuz acaba? Peki, ya bağlantılardan ziyade farklılıklardan yola çıkarsak özellikle hepimiz polis şiddetinin hem arttığı hem de istenmeyen bir durum olduğu konusunda hemfikirken ve yine özellikle Merzuk ve Tortuguita’nın durumları birbirinden çok farklıyken. Benim gördüğüm kadarıyla aradaki ayrım, Tortuguita’nın öldürülmesinin en azından büyük ölçüde, kendisini Weelaunee Ormanı’nın kesilip polis eğitim tesisine dönüştürülmesini engellemeye adamaya yönelik siyasi bir seçim yapmış olmasından kaynaklanıyor. Bu karar, fiziksel olarak işgal alanına taşınmayı ve kuşkusuz günlük yaşamda bir dizi başka varoluşsal değişikliği gerektiriyordu. Bu şekilde ormanda bir çadırda yaşamaya başladı. Öte yandan Nahel Merzuk, yaşadığı mahallenin yakınlarında arabasıyla seyir halindeyken durdurulup öldürüldü. Fransa’da ve ABD’de yaşayan birçok beyaz olmayan genç için olduğu gibi onun için de bu hayatın (ve ölümün) sıradanlığıydı. Elbette bir ölümün diğerinden daha az rahatsız edici ya da daha az haksız olduğunu iddia etmiyorum. Merzouk’un günlük hayatını sürdürürken ırkçı bir polis gücü tarafından katledilmesi, Fransız şehirlerini çevreleyen banliyölerin değişmeyen ve kokuşmuş sömürge durumunu bir kez daha gözler önüne serdi, banliyö sakinleri de buna göre tepki gösterdi. Tortuguita’nın ölümü ise -Amerika Birleşik Devletleri’nde bir ekoloji aktivistinin devlet tarafından öldürüldüğü ilk cinayet olması itibariyle- esas olarak bir aktivistin öldürülmesiydi.
Sömürge sorununu ekolojik sorunla birlikte ifade etmeye gelince, bence başlamak için iyi bir yol, C.L.R. James’in The Black Jacobins‘de ifade ettiği, günümüzün tüm tarımsal-endüstriyel kompleksinin kökeninin Yeni Dünya plantasyon sistemine dayandığına dair güçlü içgörüsüne geri dönmek olacaktır. Her şey o zaman ve orada başlıyor.
IW: 19. ve 20. yüzyıl devrimci geleneği bize devrimi “büyük bir akşam”, sıkıştırılmış belirleyici bir olay olarak düşünmeyi öğretti. Bu tür olaylar hayal edilemez hale geldiğinde ya da ayaklanmalar bu kadar büyüyemediğinde, depresyon, umutsuzluk ve hatta nihilizm riski ortaya çıkıyor. Keskin bir devrimci kırılma arzusu, kesin bir çöküş arzusuna dönüşüyor. Bunun yerine, öngördüğümüz gibi devrimin topyekûn olması gerekmediğini, ancak parça parça, azar azar gerçekleşebileceğini yazıyorsunuz. Ayrıca, hareketleri anladığımız zamansal çerçeveyi esnetmemiz için bizi zorluyorsunuz. Örneğin, ZAD’ın bir işgal pratiği olarak yerleşmesinden önce Nantes havaalanına karşı verilen uzun mücadeleyi anlatırken. Bu çerçevede düşündüğümüzde, devrim bir kez daha burada ve şimdi ele alabileceğimiz bir sorun haline geliyor. Kısacası, çöküşçülüğün ve diğer nihilizmlerin çağımızda devrimin doğasının yanlış anlaşılmasına dayandığını söylüyor gibisiniz. Bu konuda daha fazla şey söyleyebilir misiniz? Bu yanlış anlamanın sürekliliğini açıklayan nedir ve bunu düzeltmek için nasıl bir yol izlemeliyiz?
KR: Merkezi bir devrimci iktidar tarafından bir kararnameyle özel mülkiyetin ortadan kaldırılması fantezisini uzun zaman önce unuttuk. Tıpkı “doğru ânı”, gezegendeki herkes için sistemik değişimi bir çırpıda getirecek konjonktürü beklemeyi bıraktığımız gibi. Bizi kapitalizmden kurtaracak merkezi bir planı hayal etmek, kapitalizmin yaşanılan çevreye yaptıklarını onarmak için gereken tüm teknolojik düzeltmeler kadar zor. Aynı derecede mantıksız ya da hayal etmesi zor olan bir başka şey de bir devlet hükümetinin, başkentinde yapılan iyi niyetli “iklimi kurtarın” yürüyüşlerinin taleplerine kararlı ve olumlu bir şekilde yanıt vermesidir.
Onca hayal kırıklığının yarattığı boşluk kolayca nihilizmle, bireysel çöküşle, hayatın anlamını yitirmesiyle doldurulabilir. Komün Biçimi‘nde, devlet geri çekildiğinde gelişen ve sorunuzun da işaret ettiği gibi devrime alternatif bir anlayış ve zamansallık sunan arkaik bir biçimin siyasi hafızasının izini sürüyorum. Kuşkusuz, hem Marx hem de Kropotkin bunu böyle görüyordu: onlara göre komün biçimi devrimin hem bağlamı hem de içeriğiydi, devrimin ortamı ve onu gerçekleştirme aracıydı. Bir biçim olarak komün hem tanınabilir hem de sonsuza kadar dönüştürülebilir, farklı durumlara ve tarihsel anlara göre sürekli değişir. Bu kitap büyük ölçüde yeniden yerelleştirme, biçimin bazı örneklerini yeniden sahneleme (örneğin Nantes Komünü, Stop Cop City) ve bu deneyimlerle komün biçiminin kendisini bugün bizim için elle tutulur kılan yankılar sistemi üzerine bir alıştırma çalışmasıdır.
Dolayısıyla, hayal kırıklığının yarattığı boşluk nihilizmle doldurulabileceği gibi eylemle de doldurulabilir: Miguel Abensour’un hatırlattığı gibi eylem kendi ütopik ufkunu yaratır. Hayalleri ve arzuyu yaratan, içinde olduğumuz andaki mücadele etme kapasitesi, kolektif eylem kapasitesidir, tersi değil.
Bunlar öyle hayaller ve arzular ki, özelleştirilen ve devlet tarafından onaylanan tüm zevklerin, sipariş edildikten hemen sonraki gün teslim edilse de memnun edemeyen ürünlerin sıkıcı dünyası bunları tatmin edemiyor. Toplumun tamamen dijitalleşmesine boyun eğen bir dünyanın telafi olarak sunduğu şeyler, içinde yaşadığımız dünya hakkında ne dersek diyelim, böylesine temel bir kaybın boşluğunu dolduramaz.
Geçtiğimiz bahar aylarında kampüste Gazze’yle dayanışma işgallerinin ilk belirtisi görüldüğünde anında polis çağıran üniversite yöneticilerinin de çok iyi bildiği gibi, mesele gerçekten de zevk ve başka dünyaların olasılığı meselesine geliyor. Fransız Ulaştırma Bakanı, Toulouse yakınlarında planlanan bir otoyol inşaatı alanında bir ZAD kurma girişimine yanıt verirken, kısa süre önce yetkililer ve iktidarlar için neyin tehlikeli olduğunu açıkça ortaya koydu: “ZAD iyi huylu ya da mutlu bir buluşma değildir, bir festival değildir; özel mülkiyet ve kamusal alanın temel kurallarının ihlalidir.” İfadesinin ikinci yarısı kuşkusuz doğru olsa da, hükümet için tehdit aslında ifadesinin ilk kısmından damlayan kızgınlıkta ortaya çıkıyor: kabul edilemez olan, önceden belirlenmemiş şenlikli zevklerin ya da ekonomi, hiyerarşi ve prestije dayalı değerlerle sınırlı olmayan bir yaşamın olasılığıdır.
IW: Komün Biçimi, İngilizce konuşan pek çok okuru Les Soulèvements de la Terre (SLT) [Toprağın Başkaldırısı] ile ilk kez tanıştıracak. Siz de bu kampanyanın havalimanı zaferinin ardından nasıl “organik olarak ZAD’dan doğduğunu” özetliyorsunuz. Ancak tek bir yeri savunarak ulusal siyasete müdahale eden ZAD’ın aksine SLT yerel mücadeleleri desteklemek için ulusal bazda birçok eylemi harekete geçiriyor. Stratejideki bu değişimden ve bunun savunma kavramı için ne anlama geldiğinden bahsedebilir misiniz?
KR: SLT’nin ZAD’dan organik olarak büyüdüğünü söylediğimde, terimin ZADlarla ilişkisi anlamında bileşimine işaret ediyordum. SLT’ye akan ana kollar (ZADlardaki otonomcular, Köylü Sendikası Konfederasyonu üyeleri ile Yokoluş İsyanı ve başka yerlerden iklim aktivistleri) kendi geçmişleri olan, farklı siyasi kodlara sahip ve farklı, genellikle birbiriyle çelişen eylem yöntemlerini savunan ve uygulayan farklı gruplar. Ancak hareketin en büyük gücü de tam olarak bu. Ne şiddet ne de şiddetsizlik, ne yasal yöntemler ne de yasadışı olanlar fetişleştiriliyor. Farklı unsurlar, ayrı ayrı ama dayanışma içinde hareket ettiğinde, tüm farklı gruplar arasında (Rancièrci anlamda) eşitlik varsayıldığında ve birlikte hareket etmeye karar verenler tarafından gösterildiğinde, devletin müdahale etmesi, hareketi sınırlandırması veya temellük etmesi karmaşık hale gelir. Tabii ki bu, geçen yıl çok canlı bir şekilde gördüğümüz gibi denemediği anlamına gelmez. Heterojenlik -ZAD’da doğan “yöntemlerin birbirini tamamlayıcılığı”- bu tarz bir esnekliği ve arazinin gerçeklerine uyum sağlama becerisini destekliyor.
SLT, birkaç yıldır Fransa genelinde belirli ekolojik mücadeleleri ve köylü direnişlerini güçlendirip birbirine bağlıyor. Sürekli tekrarlanan “iklimi kurtarın” çağrısının aşırı soyut ve sonuçta etkilerinin güçsüzleştirici olduğu inancıyla hareket eden SLT, bu sloganı yeryüzüne -aslında belirli toprak parçalarına, yani belirli, örgütlü, pragmatik bölgesel müdahalelere- indirmeye başladı. Bu müdahalelere uygun taktikler ulusal çapta ya da hareket genelinde değil, eyleme doğrudan katılan bölge sakinleri tarafından, yerel koşullara göre belirleniyor. Bu yıl SLT üyeleri, bugüne kadar gerçekleştirdikleri eylemleri anlatan ve eleştiren İlk Sarsıntılar [Premières secousses] adlı kitabı yayımlarken amaçları hareketin gelecekteki yönelimini düşünmekti.
Zaten var oldukları kısa süre içinde zaten inşa edebildikleri esas şey de bir yönelimdir. SLT bir parti değil, bir sosyal sınıf da değil, ona herkes dahil olabilir. Hareket sınıf ya da parti sabitliğinden kaçınıyor ama yine de örgütlü. Hareketin üyeleri, temelde belirli bölgelerde yaşayanların oraya özgü ihtiyaçlarına dönük mücadelelerden küresel bir çaba -yönelime benzer bir şey- yaratmayı başardılar. Bu nedenle onları zamanımızın komün biçimi olarak görüyorum.
Ortak Lüks’ün (2015) sonunda, Jura dağlarında ve diğer sürgün yerlerinde, Reclus ve Lefrançais gibi Komün’den sağ kurtulanlar arasında, Paris sokaklarında yaşananları analiz etme ve eleştirme niyetiyle gerçekleşen bir dizi tartışmayı yeniden ele alıyorum. Onlar ve diğer hayatta kalanlar için Komün’ü inşa ederken karşılaştıkları temel sorun, ister kırsal kesimde ister Marsilya, Saint-Étienne ve o dönemde başka yerlerde ortaya çıkan diğer komünler arasında olsun, diğer güçler ve nüfuslarla herhangi bir “federatif” aracın olmamasıydı. Paris Komünarları, sadece Versay’ın silahları tarafından değil Versaylıların deyimiyle “paylaşımcı”ların şehirde ne yaptıklarına dair taşralılara söylenen yalanlar tarafından da toplumun geri kalanından sert biçimde yalıtıldı. Hayatta kalanların çoğuna göre, bu karşılaştıkları en büyük sorundu. Söylemeye gerek yok ama bu internetin ya da başka bir teknolojik çözümün çözebileceğine inanmadığım bir sorun. Kropotkin ve Reclus’un düzenli olarak işaret ettiği gibi, benzer düşünenlerden oluşan küçük bir zümre veya cemaat olarak yalıtılmak komün formunun tekrar eden bir tehlikesi. NDDL’deki6 ZAD örneğinde, sınırlarının oldukça gözenekli doğası, sürekli devam eden insan, fikir ve sebze akışı ve sakinlerinin devlet müdahalesi anlarından sonra ülke çapında ortaya çıkan çeşitli dayanışma komiteleri kurması ve onlarla iletişimi daimi kılmak için gösterdikleri özenle bu tarz bir tehlike aşılmış oldu. SLT tarafından benimsenen özel örgütlenme biçimi bu geçmişe dayanmakta. Bu örgütlenme tarzı, karşılıklı olarak destekleyici ve keyifli sosyal ilişkilerden oluşan, oldukça geniş sağlam bir dokuyu bir araya getiren ve halihazırda var olan tatmin edici emek süreçlerinden faydalanmakta. SLT’nin beceri ve enerjisinin büyük bir kısmı, daha önce hiç böyle işlere kalkışmamış olan iyi niyetli insanlara, siyasi kodları ve kimlikleri kendilerininkinden farklı olan insanlarla birlikte iş yapmanın mümkün, hatta arzu edilir olduğunu göstermeye adanmış durumda. Diğer bir deyişle bu, son derece pratik ve pragmatik bir siyasi eğitim.
Gördüğüm kadarıyla komün biçimi, etkili olabilmesi için yeniden canlandırılmalı ve tamamen güncel hale getirilmelidir. Kendini lordlardan kurtarmış ancak duvarları içindeki zengin tüccarların çıkarlarına hizmet etmekle meşgul olan ortaçağ komünü, komşu komünlerden gelebilecek her türlü saldırıya karşı kendi bölgesel alanını savunmak üzere şiddetli bir şovenist kendini koruma biçimi üretiyordu. SLT bu formu etkili bir şekilde yeniden işleyerek, karşı karşıya olduğumuz yeni sosyal, ekonomik ve ekolojik koşullarla yüzleşmeye hazır hale getirdi. Eski komünün kendi bölgesel alanını savunmak için tasarlandığı yerde, komün formunun çağdaş biçimi, SLT’nin eylemleriyle kendilerini olduğu gibi “federasyonlaşmış” şekilde bulan bir dizi bölgede kendini bölgeler ötesi olarak ortaya koyuyor. SLT’nin birçok açıdan 19. yüzyıl komünarlarının üstesinden gelemediği “federasyon” sorununu çözdüğünü düşünüyorum. Mekana bağlı bölgesel mücadeleler için ortak bir ufuk yarattı.
IW: “Bu gezegende onurlu bir yaşamın koşullarını savunmanın tüm siyasi mücadelelerin yeni ve tartışılmaz ufku haline geldiğini” savundunuz ve bu önermeyi “savunmacı inşa” olarak adlandırdığınız yeni bir siyasi örgütlenme tarzıyla ilişkilendirdiniz. Bir yandan NDDL’deki ZAD’da, Lützerath’ta, Susa Vadisi’nde ya da Standing Rock’ta yürütülen ilham verici mücadeleler bu hipotezinizi doğruluyor gibi görünüyor. Aynı zamanda, bu toprak savunma hareketleri paradoksal bir şekilde, yakın şehirlerdeki eylemler, sabotajlar, yöneticilerin evlerindeki gösteriler de dahil olmak üzere saldırgan eylem biçimleriyle kendilerini gösterdiler… Vana kapatmalar, inşaat malzemelerinin kundaklanması vb… Bu tür saldırgan eğilimler, SDT’nin hareket tarzının ortaya çıkmasıyla daha da ön plana geçmiş gibi görünüyor. Bu hareket tarzı -her ne kadar bir tür “silahsızlandırma” olarak anılsa da- aktivistlerin çatışmanın zamanını, mekanını ve doğasını kendi inisiyatifleriyle belirlemelerini içeriyor. Bu yeni mücadele biçimlerinde savunma ve saldırı arasındaki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz? Bu ilişki kayda değer değişimlere uğradı mı?
KR: Aslında tarım arazilerini savunmak, ortak kaynakları korumak ya da ortak bir sosyal alan yaratmakla uğraşan hareketlerin saldırgan önlemlere başvurmasında hiçbir paradoks yok. Savunma doğrudan eylemden kaçınma anlamına gelmiyor, hatta tam tersi. Sabotaj, düşmanın topraklarında yapılan keşifler, SLT’nin “silahsızlandırma” (“bizi öldürene saldırma hakkımız var”) dediği şey ve diğer yaratıcı yıkım biçimleri, özelleştirmeyle, toprağın ve suyun kirletilmesiyle ve daha genel olarak gündelik hayatın sömürgeleştirilmesiyle mücadele etmek için kullanılan yöntemler arasında uzun zamandır yer alıyor. Napolyon’un imparatorluk maceralarını onurlandırmak için inşa edilen Vendome Sütunu’nun, şehirlerini daha yaşanabilir hale getirmek isteyen Parisli komünarlar tarafından görkemli bir şekilde yıkılmasına dönmek yeterli olacaktır. Komünarlar, William Morris’in “Napolyon’un o yorgun döşeme parçası” dediği şeyi havaya uçurduklarında, şehirlerinde saf bir potansiyel alanı yaratıyorlardı. Afro-Amerikalılar ve Güney ABD’de toplumsal alanlarını konfederasyon generallerinin ve köle tacirlerinin heykellerinden kurtarmak için yıkıma başvuran diğerleri de aynı şeyi yapıyor. Ortak mekanları herkes için yaşanabilir hale getirmek, insanların kendileri için biçimlendirdikleri bir fiziksel ve sosyal mekan “üretmek” -Henri Lefebvre’in temellük dediği şey- politik özneler olmak için gerekli bir önkoşul.
Anne Boyer’in Kadına Karşı Giysiler‘de işaret ettiği gibi, anıtlar kendi başlarına ilginç değildir. Bir bütünün parçası olarak ilginçtirler, mekanı düzenlerler. Çevredeki manzaranın diğer tüm yönlerini aktif bir şekilde azaltmaları bakımından ilginçtirler. “Algılanabilirliği yüksek her şey,” diye yazar, ”başka bir şeyi neredeyse algılanamaz hale getirir.” Siyah güneyliler, günlük güzergahları dahilinde Güney’in dört bir yanına dikilmiş konfederasyon anıtlarının yanından geçtiklerinde, kelimenin tam anlamıyla küçültülmüş oluyorlar.
Gördüğüm kadarıyla sorun anıtlaştırmada yatıyor. Yazılarımla buna karşı bir tutum geliştirmeye çalıştım ve solun tarihinde görmezden gelinen bazı meselelerin ya da figürlerin -bu figürleri “özgürleştirmek” ve daha iyi savunabilmek adına- görünür olmaları için sahneye hakim olan bazı ikonların ve anıtların yerini değiştirmeye çabaladım. Geçmişi devrimci olayların etrafında kümelenen hazır kanaatlerden (örneğin Mayıs ’68’in devlet için iyi olduğu ya da Paris Komünü’nün Prusya karşıtı cumhuriyetçilik spazmından fırladığı fikrinden) kurtarmak için belli bir miktar yıkıma ihtiyaç var. Gerici ve revizyonist tarih anlatılarının siyasi amacı, köle tacirlerinin heykellerininkiyle aynıdır: eski anlarda gömülü olan ve yeniden uyanmaya hazır bir şekilde bekleyen potansiyelleri bastırmak. Bu açıdan gerçek ya da mecazi yıkım iyi bir ilk adımdır.
O halde gerçek karşıtlık, Komün Biçimi‘nde iddia ettiğim gibi, savunma ve saldırı arasında değil, daha ziyade savunma eylemi ile sık sık gerçekleştirmeye çağrıldığımız diğer siyasi eylem olan direnme eylemi arasındadır. Verimlilik dayatmasını aşan bir dünya inşa etmeye başlamak için ihtiyaç duyacağımız dayanışma türüyle çok ilgileniyorum. NDDL’de deneyimlediklerim arasında beni en çok etkileyen şey, son derece farklı grupları ve bireyleri bir araya getiren bir dayanışma biçiminin yaratılmasıydı. Bir dizi faaliyet, süreç ve sosyal ilişki biçimde “savunma” pratiği, bana “direniş” temelli hareketler veya duruşlardan çok daha güçlü -yani daha esnek ve etkili- bir dayanışma yaratıyor gibi geldi. Savunmada gündemi biz belirleriz. Gündemi, piyasa ya da devlet tarafından dikte edilen mevcut değer ölçütleriyle çok az ilgisi olan ya da hiç ilgisi olmayan ölçütler kullanarak neye değer verdiğimizi belirleyerek oluşturuyoruz. Değer verdiğimiz ve gelişmesini istediğimiz şeylerden hareket ederiz. Öte yandan direniş, gündemi devletin belirlemesine izin verir. Oyun çoktan başlamıştır ve kartlar diğer tarafın elindedir.
Özgün metin: A Common Horizon for Situated Struggles – Ill Will
Çeviri ve sunuş: Emre Yeksan
- Fransa’da belli yerellerdeki toprak mücadelelerinin yerleşik bir komünal işgal ve savunma alanı haline dönmesiyle aldığı biçime verilen ortak isim (ç.n.) ↩︎
- Nantes’taki ZAD eylemcileri tarafından kurulan ve tüm Fransa’ya yayılan ekolojik mücadele örgütü (ç.n.) ↩︎
- Özgün metinde kullanılan “panty raid” kavramı ABD üniversitelerinde erkek öğrencilerin grup halde kız yurtlarını basarak oradaki öğrencilerin iç çamaşırlarını çaldığı bir tür taşkınlığa verilen isim (ç.n.) ↩︎
- 1974 yılında Fransa, Larzac’ta yapılan bağımsız çiftçi yürüşü sonrası Bernard Lambert önderliğinde gelişen köylü emekçiler hareketi (ç.n.) ↩︎
- 1971 yılında Fransa, Larzac’ta yapılması planlanan askeri üsse karşı köylülerin başlattığı ve 10 yıl süren mücadele (ç.n.) ↩︎
- Havalimanı projesine karşı mücadele yürütülen Notre-Dame-des-Landes kenti (ç.n.) ↩︎