Pazartesi, Aralık 2, 2024

ABD başkanlık seçimleri üzerine

Obama verdi, Obama aldı. Obama, Joe Biden’a Demokrat Parti’nin 2020 başkanlık önseçimini hediye etmiş ve Biden’ın başkanlık döneminde (özellikle COVID-19 salgını esnasında) popülerliğini kaybetmiş, Trump’ın rekor düzeyde oy aldığı bir seçimde yenmesinin yolunu açmıştı. Bu karşılaşmanın rövanşı olacak diye düşünüyorduk, giderek ısınan küresel siyasetin temel dönemeçlerinden biri kasım ayının başında düzenlenecek ABD başkanlık seçimleri olacaktı. Fakat beklenmedik biçimde bu seçim süreci tarihe geçti, çünkü ilk kez bir başkan seçimlere bu kadar kısa süre kala, hele de önseçim süreci fiilen bittikten sonra yeniden aday olmayacağını açıkladı. Chicago’da 19 Ağustos’ta toplanacak Demokrat Parti Kongresi’nde Kamala Harris’in başkan adayı gösterilmesi bekleniyor.

Demokrat Parti kongreleri hiçbir zaman çok demokratik süreçler olmamıştır. Temmuz 1944’teki kötü şöhretli kongrede Roosevelt’in ölmek üzere olduğunu bilen kimi parti şefleri, delegeleri o sıradaki başkan yardımcısı Henry Wallace’ı değil de Truman’ı desteklemeye ikna edene kadar kongreye fiilen ikinci oylamayı yaptırmamışlardı.1 Sonuçta göreve başladıktan sonra dört ay içinde Roosevelt ölmüş ve tarihte atom bombası kullanma emri veren (şimdilik tek kişi) Truman başkanlığa gelmişti. Üstelik Roosevelt seçildikten sonra en hızlı ölen başkan da değildir. Kısacası, seçileceğine emin olurlarsa ölmekte olan birini aday göstermekten çekinmeyen Amerikan siyasetçileri ileri yaştan ötürü çeşitli akli melekelerini kaybetmekte olan Biden’ın seçimi kazanamayacağına ikna olunca fişini çektiler. Oysa yakın zamana dek Biden’ın sağlığının görev yapmaya uygun olmadığını iddia edenlere komplo teorisyeni diyorlardı.

Başta belirttiğim gibi Obama verdi, Obama aldı. Hatırlanacak olursa Cumhuriyetçi Parti’de Trump gibi anaakım bir figürün yükselişine paralel olarak Demokrat Parti’de de bir iki yıl öncesine kadar düşünülemeyecek bir biçimde 2016 başkanlık önseçimlerinde Berni Sanders öne çıkmıştı. Wikileaks sayesinde öğrendik ki, o önseçim sürecini yönetmekten sorumlu Demokrat Ulusal Komitesi Hillary Clinton’la birlikte örgütlenmişti. Yani Sanders’ın rakibi maçın hakemiyle ortak çalışıyordu. Sonuçta Clinton başta beklenenden az farkla olsa da kazandı, nasıl kazanmasın, televizyon tartışmasındaki soruları bile önceden almıştı. Tabii gerçek seçimde Trump’a kaybetti. 2020 önseçimine de Sanders fırtınası damga vuruyordu, ta ki Güney Carolina seçimlerine kadar… Sanders karşısında Biden dışında seçim kazanabilir kimse olmadığını görünce Obama devreye girdi ve Sanders’tan oy bölebilen Elizabeth Warren hariç tüm adayların Biden lehine çekilmesini sağladı, Warren’ın da Sanders’ın kaybettiği kesinleşene kadar önseçim sürecinde kalmasını… Obama bu hamleyi yakın ilişkide olduğu ve partinin gerçek sahibi olan bağışçılar adına yaptı. Ne de olsa, parayı veren düdüğü çalar misali bağışçıların partiye doğrudan “Sanders’ı istemiyoruz” diye ültimatom vermesi hem çiğ olur hem de pek demokratik gözükmezdi.

Cumhuriyetçilerin önseçim süreçleri hiç değilse tüzükleri gereği Demokratlardan farklı olarak sadece delegelere açık, yani partili seçilmişler doğal delege sayılmıyorlar. Trump bu ortamda kimi Cumhuriyetçi bağışçıların özellikle Sheldon Adelson2 gibi siyonist zenginlerin parası ve sıradan cumhuriyetçilerin desteğiyle seçilmişti 2016’da. Seçildikten sonra Cumhuriyetçilere hep yakın fosil yakıt endüstrisinin tam desteğini de aldı. Venezüella’daki darbe girişimi gibi olaylarda da bu desteğin karşılığını ödedi. Başkanlık da yapmış tecrübeli bir “devlet adamı” olduğu için şu an zengin bağışçı portföyü daha da genişlemiş durumda. Burada ilgi çeken iki isim Elon Musk ve Peter Thiel. Bu iki teknoloji milyarderi Trump’ı destekliyorlar, normalde teknoloji sermayesi daha Demokrat Parti yanlısıdır ama bu iki isim klasik teknoloji yatırımcıları değiller. Daha ziyade bilimkurgu distopyasına benzeyen bir dünya yaratmak için çalışan Hollywood süper kötülerini andırıyorlar. Musk Twitter’ı satın aldı, bu uygulamayı Çinlilerin Wechat’i gibi ödeme sistemlerini de kapsayan bütüncül bir uygulamaya çevirmek istediği sır değil. Böylelikle uygulamayı kullanan insanların tüm verilerine erişebilir olacak. Thiel ise PayPal’ın kurucusu, yani zaten sanal ödeme işinde. Ortağı olduğu Palantir gerçek bir sanal gözetleme ağı yaratmak için devletlerle işbirliği peşinde. Trump’ın başkan yardımcısı adayı JD Vance de Thiel’e yakın bir isim. Bu iki “yüksek teknoloji” milyarderi insanları yurttaşlıktan daha da dışlayacak hayalini kurdukları büyük “teknolojik” dönüşüm için klasik siyasetçilerden ziyade bu “bombastik” şovmenin rıza devşirebileceğini düşünüyorlar herhalde.

Biden’ın seçimi kazanamayacağı ortaya çıkmıştı, peki Harris’in herhangi bir şansı var mı? Harris’in Kaliforniya gibi Demokratların ceketlerini koysa seçtirebilecekleri yerler dışında seçim kazanması aslında pek mümkün gözükmüyor. Nitekim 2020 Demokrat Parti önseçimlerinde basının büyük desteğine rağmen ilk çekilmek zorunda kalan isimlerden biri oldu ve parti tabanında karşılığı olmadığı görüldü. Buna rağmen parti seçkinlerinin ve bağışçıların çok tuttuğu bir isim bu yüzden başkan yardımcılığına atandı ama bu görevde de kendini gösterdiği söylenemez. Lakin Biden’a fiilen bir darbe yapıldığı için hâlâ bir tür meşruiyet görüntüsü tutturabilmek için önceki dönemin başkan yardımcısına mecburlar. Yine de kamuoyu araştırmalarına yansıyan ilk rakamlar görece iyi olmasa onun da fişi çekilebilirdi. Nitekim Obama ve Pelosi gibi bağışçılara yakın parti büyükleri bu rakamları görene kadar Harris ismini zikretmekten imtina etmişti.

Ve tabii sayılar, seçim deyince esas konuşulması gereken mesele bu. Önce yaygın bir hatayı düzeltelim, kimileri ulusal düzeyde Harris’in önde olduğunu söylüyor ama bu sayının bu seçimde bir etkisi yok. Ulusal oy Amerikan başkanını seçmiyor, her eyalette kazanan o eyaletin delegelerini alıyor (toplam delege sayısı 538) ve sonuçta en az 270 delegeye ulaşan başkan seçiliyor. Delegeler ise kısmen nüfusa oranlı; en çok delege sayısı 55 ile Kaliforniya’nın, en küçük eyaletlerin ise üç delegesi var ama Kaliforniya nüfusu bu küçük eyaletlere oranla daha yüksek. Bu nedenle özellikle Kaliforniya gibi kentleşmiş Demokrat kalesi eyaletlerde milyonlarca oy fark atan Demokratlar ulusal oyda 1992’den beri (2004 hariç, o da 11 Eylül etkisi) hep kazanıyorlar. Oysa seçimi ulusal oyu alan değil en az 270 delege çıkaracak kadar eyalet kazanan alıyor.

Eyaletlerin önemli bir kısmı zaten ya Demokrat ya Cumhuriyetçi (oraların Bayburtları İzmirleri gibi düşünün) bunlar tarihsel olarak değişiyor tabii, ama bu değişim onyıllara yayılıyor. Bu dönemin kilit eyaletleri Arizona, Georgia, Michigan, Wisconsin, Pennsylvania ve Nevada. Bunlara Demokratlara eğilimli Minnesota, Colorado, New Hampshire ve Cumhuriyetçilere eğilimli Kuzey Carolina ve Ohio eklenebilir3, fakat seçmenin bu kadar polarize olduğu bir seçimde bu bir tarafa eğilimli eyaletlerin taraf değiştirmesi pek beklenmez. Harris hakikaten kampanyayı batırırsa belki Demokratlar kendilerine eğilimli eyaletlerden bazılarını kaybedebilir. Dolayısıyla bu altı eyaletin üçünü kazanırsa Trump seçilecek, Harris ise ya Pennsylvania ve iki eyalet daha kazanmalı ya da Pennsylvania dışında dördünü. 

Trump’ın JD Vance seçimi de (Thiel’e yakın olması dışında) bununla alakalı. Vance Ohio senatörü, iç politikada buradaki sendikalı işçilerin çıkarlarını savunur gibi yapıyor. Bu önemli zira bu altı eyaletin üçü (Pennsylvania, Michigan ve Wisconsin) ile Ohio aynı bölgedeler ve benzer sosyoekonomik özellikler gösteriyorlar. Zaten topluca “Pas Kuşağı” (Rust Belt) diye biliniyorlar. Buralar 20. yüzyılda dünyanın imalat sanayi merkezleriydi, neoliberal küreselleşme döneminde ise sanayisizleştiler, nüfusları azaldı ve yaşlandı, altyapıları yatırımsızlıktan dolayı çürüdü. Nitekim Trump’a 2016 zaferini bu dört eyaleti kazanmak getirmişti.4 Trump buradaki istihdamı koruyacağına söz vermişti. Biden, Pennsylvania Scranton (bugün sanayisizleşmiş eski bir tekstil kenti) doğumlu biri olarak buranın insanlarıyla bağ kurabildiği ve Trump sözünü pek tutmadığı için Ohio hariç diğer üçünü geri kazandı ve başkanlığa seçildi. Harris’in böyle bir kapasitesi yok. Pas Kuşağı seçmenlerinin nefret ettiği türden, elit bir siyasetçi. Neoliberal küreselleşmenin kazananlarının yoğun olduğu genç nüfuslu ve ırksal olarak da daha melez Georgia’yı kazanabilir, ama Pennsylvania ve Michigan’da işi zor. Üstelik yine bu eyaletlerde etkin ulaştırma ve lojistik işkolunda örgütlü Teamster sendikasının5 başkanı tarihte ilk lez Cumhuriyetçileri desteklediğini, yine tarihte ilk defa Cumhuriyetçi kongresinde söz alarak açıkladı.

Clinton 2016’da bu eyaletleri kaybettiğinde, sorun normalde neredeyse yüzde 85’ler oranında Demokratlara oy veren siyahların o seçimde yeterince sandığa gitmemesiydi. Harris Jamaikalı babasına rağmen yoksul siyahlar arasında popüler değil zira Kaliforniya başsavcısıyken pek çok yoksul siyah genci ot içmekten içeri tıktı ve hapishane emeği olarak çalıştırılmalarının devamı için şartlı tahliyelerini zorlaştırdı. Dolayısıyla yoksul siyah oyunu Clinton’dan daha çok alması için bir neden yok. Ancak Trump ırkçılığı korkusunun siyahlar arasında yükselmesi bu eyaletlerin işsiz, güvencesiz yoksul siyahlarını büyük oranda sandığa yönlendirirse Harris’in bir şansı olacak ama şu an durum tam tersi. Michigan’da da özel bir durum var, burada Müslüman seçmen Demokratlar arasında büyük bir ağırlığa sahip ve Gazze katliamları onları da bu Beyaz Saray’a karşı soğutmuş durumda. Nitekim Michigan önseçiminde boş oylar Biden’a verilen oylardan fazlaydı, bu oradaki Müslüman Demokrat seçmenlerin örgütlediği bir protesto sonucu gerçekleşti. Müslümanlar sandığa gitmeden Michigan’ı da kazanamazlar.6 Kısacası Harris’in bu eyaletlerde işi zor. Başkan yardımcısı adayını herhalde buraları kazanma hedefiyle belirleyecek.

Tanzanya’nın kurucu devlet başkanı Julius Nyerere bir keresinde Amerikalıların gösterişli savurganlığı o kadar abartılıdır ki tek partili sistemleri bile iki partilidir demişti. Bu tespit hâlâ geçerlidir. Nitekim İsrail’e destek söz konusu olunca Trump ve Harris arasında tarz dışında anlamlı bir ayrım olmadığını ifade eden Amerikalı Müslüman kanaat önderlerinin sesi bugünlerde daha çok duyuluyor. Daha süfli konularda kimi farklar bazıları açısından önemlidir, mesela kimi AKP çevreleri herhalde Trump’ı hasretle bekliyordur. Herhalde onun seçilmesinin burada ekonomi ve siyaset üzerinde kimi sonuçları olur. Bunun dışında kimin ABD başkanı olacağının bizim açımızdan yaratacağı bir fark olmayacaktır.


  1.  İlk oylamayı Wallace kazanmış ama seçilmek için gerekli sayının çok az altında kalmıştı.Şefler müdahale etmese delegasyon işi daha da uzatmayıp Wallace’ı seçecekti. ↩︎
  2. 2021’de ölen bu beyefendi yahudi bir kumarhaneler kralı, Las Vegas’ı Las Vegas yapanlardan biri. Aklınıza Bugsy Siegel, Meyer Lansky gibi figürler gelsin. Eğer gerçek gangsterlere aşına değilseniz Baba 2’deki Hyman Roth karakterini düşünün ki o da zaten Meyer Lansky’den ilham alınarak kurgulanmıştır. ↩︎
  3. Maine ve Nebraska seçim sistemi farklı her iki eyalette iki seçim çevresi var. Maine’de ikişer delege seçen bu iki bölgeden biri Cumhuriyetçilere diğeri Demokratlara eğilimli, Nebraska’da üç delege seçen bölge Cumhuriyetçi kale, iki delege seçen bölge ise ilk saydığımız altı eyalet gibi ortada. ↩︎
  4. Buna Mavi Duvarın Yıkıldığı  Gün yazımda değinmiştim. ↩︎
  5. Bu sendika gangster sendikacılık deyince ilk akla gelen kurumlardan biri nitekim eski başkanlarından Jimmy Hoffa’nın bir mafya meselesi yüzünden öldürüldüğü ve cesedinin hala kayıp olması bilinen bir öyküdür. Bununla birlikte tarihsel olarak İrlandalı ve İtalyanlardan oluşan üye tabanı Demokrat Partinin doğal tabanıdır. Şimdiki Başkanın Trump’a desteği bu doğal tabandaki dönüşümü gösterir. ↩︎
  6. Minnesota eyaletinin de Müslüman seçmenlerin özellikle Afrikalı müslümanların etkin olduğu bir eyalet olduğunu belirtelim. ↩︎

Son Eklenenler