Küresel kapitalizmin doğanın kaynaklarını kullanma biçimi, bunları piyasada satılabilir hale dönüştürmesi devasa bir yıkım yarattı. Bu yıkım bugün ekosistemi tehlikeye atmaktadır. Çeşitli altyapı yatırımları, maden sahaları açılması, yol ve köprü projeleri, organize sanayi bölgelerindeki atıkların doğaya salınması, para için diğer ülkelerden alınan çöplerin gıdayı zehirleyecek şekilde bölgelere salınması, sermayenin az maliyete yüksek üretim ve kâr için giriştiği yıkımlara birer örnek. Türkiye’de özellikle 2008 mali krizi sonrası sermayenin buna bir yanıt olarak doğayı metalaştırma eğilimini sınırsızca büyütmesine karşı yaşam alanlarını, doğayı savunmak için verilen mücadeleler gelişti ve büyüdü. Özellikle kadınlar, yoksullar ve yerliler bu mücadelelerde en önde bulundular. Doğanın metalaştırılması sonucu ortaya çıkan sorunların çiftçiliğe etkisi ve ortaya çıkardığı gıda krizi yoksul ülkelerde tarımsal üretimde büyük rol oynayan kadınları daha çok etkiledi. Köylerde kadınlar yaylaların, derelerin yaşamları için öneminin doğrudan farkında, dolayısıyla kadınların yerel mücadelelerde en önde yer almaları tesadüf değil.
Sermayenin ve devletinin rant ve talan projelerine karşı kitleselleşen Gezi, Kazdağları, Validebağ, İkizdere direnişleri, kadınların en önde olduğu Cerrattepe ve Yeşil Yol gibi bir talan projesine karşı Çamlıhemşin’de “Devlet benim” diyen Havva ananın, JES’e karşı “Bizi korona değil JES öldürür” diyerek direnen köy kadınlarının simgeleştiği mücadeleler ve daha birçoğu sermayenin bu doymak bilmez kâr hırsına karşı yaşamı savunma pratiklerine örnek olarak karşımızda. Buna paralel olarak mahallesinde, köyünde, yaylasında HES’lere, JES’lere, madenlere, yangınlara, sellere karşı yaşam alanlarını korumak için mücadele edenler, hukuki ve fiili direnişler ortaya koyanlar sermaye devletinin kolluğu tarafından her gün daha büyük baskılarla susturulmaya çalışıldı, çalışılıyor. Ekoloji mücadelesi yürütenlere yönelik devlet baskısının yanı sıra, ekolojik tahribat yaratan sermaye gruplarının çeşitli dolayımlarıyla ekolojistlere yönelik silahlı saldırıları da oldu. Türkiye, tarihi boyunca politik cinayetlere ve sosyalistlere yönelik suikastlara şahit oldu ama ekolojistlere dönük bu seviyede saldırılar daha önce olmamıştı. Saldırıların bu denli şiddetlenmesinin bir nedeninin, küresel anlamda ekoloji mücadelesindeki yükseliş olduğunun altını çizmek gerekir.
Doğanın metalaştırılması ve buna dönük saldırılar neoliberal programlar doğrultusunda gerçekleşmekte ve Türkiye de bu küresel sermaye ilişkilerinin bir parçası. Global Witness raporuna göre, 2020 yılında dünyada rekor düzeyde 227 kişi doğayı savunmaya çalışırken öldürüldü. Kimi ülkelerde basın özgürlüğünün olmaması ve bağımsız gözlemciler tarafından takip edilememesi sebebiyle saldırıların gerçek sayılarının daha fazla olduğu söyleniyor. Yakın tarihte yaşam alanlarını mermer ocaklarına karşı koruyan Ali Ulvi ve Aysin Büyüknohutçu çifti bir suikastta öldürüldü. Bu cinayet Türkiye’de kitlesel eylemler dışında bildiğimiz kadarıyla ilk kez doğrudan çevre mücadelesi verenlere yönelik bir saldırıydı. Antalya’da mermer ocağına karşı direnen Büyüknohutçu çifti önce baskı ve tehditlerle yıldırılmaya çalışılmış, 2017 yılında ise evlerinde silahla öldürülmüşlerdi. Bunun münferit bir saldırı olduğunun söylemesine rağmen o dönem, aileyi öldüren ve tutuklu yargılanan katilin mermer ocaklarından cinayet için para aldığını söylemesiyle durum farklılaştı. Nasıl olduysa, katil duruşmadan bir gece önce hücresinde ölü olarak bulundu ve dava böylece kapatılmış oldu. Bir saldırı da Ekim 2021’de Karadeniz’de çevre sorunlarına karşı mücadele veren ressam Gökçe Erhan’ın evine yapıldı. Sürmene ilçesindeki Çamburnu’nda kültür balıkçılığına karşı yapılacak basın açıklamasına saatler kala Erhan’ın evi yakıldı. Üzerinden çok zaman geçmeden Büyüknohutçu çiftine yapılan silahlı saldırının bir benzerini Aralık 2021’de Aydın Çine’de Coşkun ailesi yaşadı. Evlerine 60 metre uzaklıktan görünebilen maden ocağına karşı evlerini korumak için direnen Ali ve Cennet Coşkun ailesi uzun zamandır Eysim Madencilik şirketi tarafından ölümle tehdit ediliyordu. Kısa bir süre sonra da kim olduğu bilinmeyen kişiler tarafından evleri kurşunlandı. Aile saldırıdan son anda kaçarak kurtulabildi. Parantez açarsak Eysim Madenciliğin sahibi Muhammet Demir aynı zamanda Aydın Ticaret Odası Yüksek İstişare Kurulu üyesi. Yani bu saldırı herhangi bir şirket çalışanının münferit saldırısı değil. Saldırıların ardındaki sermaye ilişkileri ayan beyan ortadadır.
Küçüklü büyüklü tüm ekolojik mücadelelerin sermaye tarafından saldırıya uğramasının, yaşam savunucularına yönelik devlet şiddetinin ve faili “meçhul” cinayetlerin nedeni küresel anlamda büyüyen ekoloji mücadelesinin sermaye grupları ve onların kirli planlarının önüne set çekmesi, sermaye birikimi önünde birer engel olmasıdır. Dolayısıyla kapitalist sermaye birikimi için doğanın metalaştırılmasına yönelik neoliberal politikalarla mücadele etmenin yolu, bu politikaların ekosistemde yarattığı yıkıma karşı denize plastik şişe atmamak, karbon salınımını azaltmak gibi bireysel faaliyetler olamaz. Deniz kirliliğinden hava kirliliğine, müsilajdan sel felaketlerine, yangınlara ve daha birçoğuna kadar, ortaya çıkan tahribata büyük oranda sanayi şirketlerinin faaliyetlerinin neden olduğunun farkında olmak gerekir. Sermaye sınıfının yarattığı bu yıkımın yükünü, ondan en çok etkilenen yoksul halka yıkma kurnazlığını teşhir etmek ve saldırılar karşısında örgütlü ve kitlesel bir mücadele yolu çizmek zorunludur. Kapitalist üretim biçimi bu sorunların kökenindedir, dolayısıyla neoliberal politikaların yaşama dönük saldırılarından en çok etkilenen yoksulların, mücadelede en önde olan kadınların yaşamı savunma pratiklerinden öğrenerek kadın mücadelesini ve ekoloji mücadelesini de kuşatan sosyalist bir alternatifi neoliberalizme karşı bir güç olarak inşa etmek gerekmektedir. Ancak sınıf mücadelesi kapitalist devlete ve sermaye sınıfına geri adım attırabilir.