Salı, Aralık 3, 2024

Sazan Tavşan Mıdır? Ya da Fransa’da Yeniden Halk Cephesi Siyaseti

Macron seçildi Fransa seçimlerine ilgi kalmadı buralarda, ama Türkiye solunun favori konularından biri solda birlik Fransa’nın yarı başkanlık sisteminde çok da önemli gözükmeyen genel seçimler öncesi hayata geçirildi. Hem de on üç gün (ve on üç gece) gibi rekor bir sürede. Anlaşıldığı kadarıyla başkanlık seçimine zaten kendi siyasi hareketi Boyun Eğmeyen Fransa markasından ziyade Halk Birliği etiketiyle giren Jean Luc Mélenchon liderliğindeki siyasal akım bir ders çıkarmış sonuçtan. Başkanlık seçiminde bu Halk Birliğinde sadece Karşı Küreselleşme ve benzeri sosyal hareketlerin öne çıkmış isimlerinin bireysel katılımını önemsemişlerdi, oysa 2012 ve 2017 seçimlerinde olduğu gibi FKP’nin desteğini almış olsalar ikinci tura kalacaklardı. Bu defa aynı hatayı yapmamak ve en genel anlamıyla soldaki politik yapıların da desteğini almak için epey cömert ve çekincesiz bir pazarlık süreci yürütmüş gözüküyorlar.

1 Mayıs’ın ertesinde yeşiller hareketinin siyasi yapılanması EELV (Avrupa Ekoloji Yeşiller) ile anlaştıklarını açıkladılar, bu sürpriz oldu, ardından FKP’de seçim işbirliğinde yer alacağını açıkladı, bu hiç sürpriz değildi. Mélenchon birliğin 3 Mayıs gününde açıklanmasını istiyordu zira bu tarih Léon Blum önderliğindeki Halk Cephesinin 1936’daki tarihi seçim zaferinin yıl dönümü. Ardından kurulan Halk Cephesi hükümeti ücretli izin ve haftalık çalışma sürelerinin kısaltılması gibi bugün bile Fransız işçi hareketinin hatırladığı çok temel reformlara imza atmış ama İspanya İç Savaşı konusunda bileşenler ortak tutum alamadığı için bir sosyalist tarafından kurulmuş bu ilk Fransız hükümeti dağılmıştı. En büyük sürpriz ise Sosyalist Partinin de birliğe katılmayı kabul etmesi oldu. Mélenchon 2008’de Sosyalist Parti’den ayrıldı, Sosyalist Parti 14 yıl sonra Mélenchon’a katıldı Fransa’da yaygın yapılan bir espri bu aralar.

Bu da bizi başlığımıza getiriyor. Macron’a bu birlik sorulduğunda bir Fransız deyimi ile yanıt verdi, “sazan tavşan değildir”[i] yani Mélenchon sosyalist değildir. Fransız sosyalizmi siyasi jargon düzeyinde de olsa kapitalizm karşıtı radikal bir söylemi hükümet ederken pragmatizmle birlikte uzun bir süre devam ettirmiştir. Blum’un Halk Cephesi siyasetini 36’da becerebilmesinin arkasında da, Mitterrand’ın 1972’de FKP ve Radikal Parti ile imzalanan işbirliği anlaşmasında da ve Jospin’i Chirac’a yani sağcı bir Cumhurbaşkanına rağmen 1997’de başbakan yapan Çoğulcu Sol (FKP, Yeşiller ve Radikal Parti) anlaşması da bu sayede hayata geçebilmişti. Bununla birlikte 1983’te FKP’yi Mitterrand hükümetinden çekilmeye zorlayacak piyasacı siyaset değişikliğinden beri parti hükümette pragmatizm daha önemlidir diyerek istikrarlı bir biçimde sağa kaydı, hatta 2002’de başkanlık seçiminde baba Le Pen’e geçildiklerinden beri de bunun sorumlusu olarak bu radikali söylemi görüp bu kesimi partiden tasfiye etmek isteyen merkezci kanat iyice şirretleşti. Gençliğinde Troçkist, seksenlerin sonundan itibaren Sosyalist Partinin önde gelen ismi Mélenchon bu bağlamda partiden ayrılmıştı. Yani evet tavşan 2002 sonrası Sosyalistleri ise Mélenchon sazandır. Fakat parti genel sekreteri Olivier Faure zaten bu tarihten sonra iktidarda oldukları tek dönemi, Hollande’ın beş senesini, otobüsün altına atarak bu yeni halk birliğine kapağı attı, kendi referansını da tarihsel önderler Blum ve Mitterrand’da buldu. Sosyalist Partide merkezciler yenilmiştir diyemem daha ziyade çoktan Macronculuğa kapağı attılar, Faure’un birlik yanlısı tutumu bu durumun sonucudur.

Mélenchon ve etrafındaki siyasal hareket soldaki açık ara en güçlü odak olarak başbakanlık karşılığı koltuk dağılımında cömert davrandı. Zaten daha geçen seçimler öncesi kurulmuş bir hareket olarak yerleşik çıkarlara da sahip değiller mecliste sadece on yedi milletvekilleri var, grup kurmaya yeten sayıdan sadece iki fazla, yani aslında sahip oldukları bir şeyi vermiyorlar fakat dağınık kalınırsa 2017’de olduğu gibi Macroncuların meclisi ele geçireceğinin farkındalar. Lakin sadece savunmacı bir tutumları yok anlaşılan o ki yirmi beş yıl sonra yeniden Fransız yarı başkanlığının kurumsal bir garabetini, cohabitation’u, yani meclis çoğunluğuna dayanarak cumhurbaşkanına farklı siyasetten bir başbakanı dayatmayı denemek istiyorlar. Açıkçası Macron’un piyasacı ajandasının meclisten geçmesini engellemenin başka bir yolu da yok.

Peki, bu Ekolojik ve Sosyal Yeni Halk Birliğinin diğer bileşenleri aynı heyecanı hissediyor mu? Benim kanaatim bu sorunun yanıtının duruma göre değişeceğidir. Her şeyden önce 13 gün (ve 13 gece)de kotarılan birlik partiler arasında temel siyasi ayrımları ortada bırakıyor. Ortaklaşılan şu: 1400 Avro asgari ücret, 60 yaşında emeklilik, tarımda kimyasalların kullanımından çıkılması, karbon salınımına dayalı enerji üretiminden çıkılması (bu son ikisi devlet planlamasıyla olacak, piyasacı yöntemlerle değil) ve General de Gaulle’e göre dikilmiş Beşinci Cumhuriyet anayasasının tek adamcı deli gömleğinden çıkılıp yasamanın ve yurttaşın doğrudan katılımının daha kuvvetli olacağı yeni bir sisteme geçilmesi. Bunların dışında kuşkusuz merkezcisinden radikaline hiçbir solcunun açıkça karşı çıkmayacağı ayrımcılığa, ırkçılığa, yabancı düşmanlığına karşı hükümler de var. Fakat esas ayrımlarda birlik müphem ya da sessiz.

Mesela AB normlarına uyma konusu, birlik ortaklaşılan politikaların kiminin uygulanmasının var olan Brüksel direktifleriyle çeliştiğini ifade ediyor. Buna karşın kimi ülkelere uygulanan geçici bağışıklıklara işaret ediyor. Fakat bir ya da iki değil pek çok konuda bu türden bağışıklıklar Fransa tarafından talep edildiğinde Brüksel, bu durum AB’nin altını oyacağı için uzlaşmaya yanaşmazsa ne olacak belli değil. Bu noktada Yeşiller bütünüyle Abci, Boyun Eğmeyen Fransa’nın ise esas olarak egemenlikçi olduğu unutulmamalı. AB ile bu gibi pazarlıkların nasıl gidebileceğine dair Varoufakis’e bile sorsalar daha gerçekçi bir fikir edinebilirler. Başka farklar da var; FKP, Yeşiller ve Boyun Eğmeyen Fransa’nın aksine nükleer enerji kullanımına devam etmekte ısrar ediyor. Üstelik 36 Halk Cephesini bitiren İspanya İç Savaşında tutum konusuna benzer bir biçimde Avrupa’daki en Atlantikçi siyasi akım olan Yeşillerle Boyun Eğmeyen Fransa’nın barıştan anladığı aynı şey değil, bu bakımdan Ukrayna’daki Rus işgaline ve NATO’ya dair tutumlar da farklı. Kısacası önemli konularda ortada sazanlar ve tavşanlar var, bu siyasi farkların hepsi kısa vadede Birlik içinde kriz başlığı olmaya adaydır. İttifak yeterli vekillik kazanıp mecliste ana muhalefet olursa ve eğer bir tür birlik görünümünü Macron’un döneminin sonuna kadar koruyup, bir sonraki seçimde ikinci tura sol bir aday çıkarıp (ama bu aday o zaman 75 yaşında olacak Mélenchon herhalde olmaz) görünüşte de olsa geleneksel iki partililiği ihya etmeyi becerebilir ve bu az bir başarı da sayılmaz. Kanımca Yeşiller ile Sosyalistlerin esas niyeti de budur.

Hakikaten mecliste çoğunluğu elde ederlerse bu kadar çözülmeden ortada bırakılmış önemli siyasi ayrım noktası varken, hem de hasım bir cumhurbaşkanıyla uğraşırken nasıl hükümet olunacağı çok tartışmalıdır. Aslında daha genel seçimlerin ikinci turunda bu ayrım noktaları ortaya çıkabilir. Fransız seçim yasası genel seçimlerde ikinci tura kayıtlı seçmenin sekizde birinin oyunu alan her adayın girmesine izin veriyor. Eskiden sağ ve sol kümenin az oy alan adayları en çok oyu alan adayları lehine çekilirdi. Le Pen’ci bir adayın seçilme ihtimali varsa Cumhuriyet değerlerine bir saygı ifadesi olarak merkez sağ ve sol partiler birbirleri lehine dahi çekilirlerdi. Bugün benzer bir durum olursa Macroncu aday lehine çekilme tutumu sorun yaratacaktır. Çünkü böylelikle yola çıkarken ortaya koyduğunuz hedefi, Yürütmeyi kazanan Macron’a yasamayı dolayısıyla da yarı başkanlık sistemi mantığına göre yürütmenin yasamaya sorumlu kısmını bırakmama amacını çöpe atmış olursunuz. Yeşiller ve Sosyalistler bunu umursamaz ama “Boyun Eğmeyen” taban başka bir hikâyedir. Diğerlerinden farklı olarak Mélenchon seçmeninin en az beşte birinin Le Pen’e oy vermekten erinmediğini biliyoruz.

Boyun Eğmeyen Fransa neoliberal küreselleşme karşıtı bir partidir. Tabi bütün solcular öyle ama madem Fransızca bir deyimi başlığa çektik bu noktadaki ayrımı ifade etmek için bir İngiliz deyimine başvuralım. Boyun Eğmeyen Fransa kirli suyla birlikte bebeği de sokağa atmaktan[ii] çekinmiyor, yani neoliberalizmle birlikte küreselleşmeden de vazgeçmekten çekinmiyor. Burada bu tartışmanın detayına girmeyeceğim ama devrimciliğe Blum gibi mesafeli, sol sözcüğünü kullanmaktan bile imtina eden, her fırsatta Marseillaise söyleyen bir siyasi akıma aşırı sol muamelesi yapılmasının nedeni budur. Seçmen tabanı da buna göredir ve neoliberal küreselleşmenin kaybedenlerini temsil eder. Son başkanlık seçimlerine baktığınızda seçmeni gelir düzeyi yükseldikçe istikrarlı olarak düşen tek aday Mélenchon’dur. Genel olarak kentli yoksulları, asimile göçmenleri temsil ettiği ifade ediliyor ama Fransa’nın kültürel olarak sola daha yatkın güney-güney batısına bakarsınız buralarda kırsal yoksullar açısından da aynı desteği görürsünüz. Geçen gün birlik konferansında Macron ve benzerlerinin eleştirilerini kastederek Sosyalistlerin genel sekreteri Olivier Faure bize niye vahşilerle işbirliği yapıyorsunuz diyorlar esas vahşiler Fransızları yoksulluğa mahkûm edenlerdir mealinde bir şey söyledi ve büyük alkış aldı. Merkez siyaset vahşileri hatta vahşilerin taleplerini iktidara taşımak için yapılmaz onları kontrol etmek için yapılır. Burada Mélenchon gibi çizgiyi aşarsanız kulüpten dışlanırsınız. Ama siyasette güç her şeydir, temsil için Yeşiller ve Sosyalistler bu birliğe mecburdur.

Bu noktada şöyle bir ayrım yapmak gerekir, Sosyalistler ve Yeşiller derken bu hareketlerin daha ziyade kanaat önderliğini kastediyorum. Bir sosyalist taban hala var mı, o zaten tartışılır. Faure birliğe katılmakla bir ayağı Macronculukta bir ayağı partide olanları ayrılmaya zorlarken kendi önünü de açıyor, iki anlamda hem partinin tartışmasız liderliği için temizlik yapmış oluyor, hem de bugün Mélenchon Blum olmaya çalışırken, o da birliğin başarılı bir muhalefet performansı gösterdiği koşullarda gelecek başkanlık seçimlerinde Mitterrand rolü oynamasının zeminini hazırlıyor. Yeşillerin siyasi örgütü EELV kampanya dönemleri dışında çok hareketli bir yapı değil. Yeşil kanaat önderleri daha ziyade parti bürokrasisinin dışında çalışıyor, taban ise zaten bu başkanlık seçimlerinde Mélenchon’a oy vermekte zorlanmadığını gösterdi, birliğe de iç eğilim yoklamasında yüzde seksen civarında olumlu oy vermişler. Brüksel’le ya da NATO ile bir ters düşme söz konusu olursa şimdi tarihte hiç olmamış bir şey için, mecliste bir Yeşil grubu için, sessiz kalan bu kanaat önderleri Mélenchon projesini itibarsızlaştırma söylemine geri dönecektir.

Yazıya bir Fransız deyimiyle başladık arada bir İngiliz deyimi kullandık. Türkçe’de de “sazan” bir deyim olarak kullanılır. Kanaatim odur ki başbakanlık yemi gösterip sazan yapılan Mélenchon’dur, becerirlerse iki partililiği bir süreliğine ihya ederler ve egemen sınıf iki partililiğe bayılır, beceremezlerse solcular mecliste bir çok grup kurmuş olur ve solcular mecliste olmaya bayılır. Tersi düzüne denk gelir de hükümet olurlarsa, dışarıya da gerek kalmadan Ekolojik ve Sosyal Yeni Halk Birliği’nin içinden Boyun Eğmeyen Fransa’yı SYRİZA’dan zaten beter ederler. Zordur egemen sınıfla baş etmek bu solla ve on üç gün on üç gecede kotarılmış solda birliklerle. Bunu da sadece Fransa’ya dair söylemiyorum herhalde anlaşılmıştır.


[i] Macron, “La carpe ce n’est pas le lapin” dedi, deyimin aslı sazanla tavşan evlenmiş gibi bir şeydir.

[ii] “Throwing out baby with bathwater” küreselleşmenin iyi bir şey olduğu imasıyla değil lafın gelişi söylüyorum.

Son Eklenenler