Pazartesi, Ekim 2, 2023

Müzikte toplumsal dönüşüm ışığında Orhan Gencebay ve İşsiz Müzisyenler

Bu topraklarda modernleşmenin müzik dünyasındaki yansımaları folklorun kayıt altına alınıp derlenmesiyle, arşivlenmesiyle kendini göstermeye başlamıştı. Muzaffer Sarısözen, Nida Tüfekçi gibi devlet sanatçıları gittikleri yerlerde şarkı, türküleri kayıt alıyor, derliyor ve arşivliyordu. Devlet kentli ve köylü emekçilerin neyi nasıl hangi formda dinlemesi gerektiğine kendi karar veriyordu. Böylece Türkçe dışında hiçbir dilin, resmî ideoloji dışında hiçbir siyasi söylemin müzikte temsili görünmüyordu.

Arabesk ise 1950’lerde liberalizmin hegemonyanın kültürel ve ideolojik bir görünümü olarak piyasaya çıkmıştı. Köyden kente göçenin ne köylü ne kentli olabildiği bir arafta, nehrin başını tutanlardan bir tanesi Orhan Gencebay’dı bildiğiniz üzere. Fakat aslında yaşanan şey yekpare köyden kente geçişin ifadesi değildi. Arabeski yalnız gettolar değil, kent soylu da, köylü de dinliyordu. Gecekondulaşma artarken sosyal görünürlük azalmakta, yoksulluk temsilleri farklılaşmaktaydı. Kentlerin kenarında kültürel dönüşüme uğrayan işçi sınıfı artık temsillerini arabesk kültürde buluyordu.
1970-80’lerde ise bu serüven sol/sosyalist sanata yasak ve sansürle, sanatçıların sürgünleriyle müzik piyasasındaki hâkimiyetini nihilist ve çileci söylemlerle devam etti. Bu arada Orhan Gencebay da TRT folklor geleneğiyle modernize edilen ve kurumsal bir disipline kavuşan uzun sap bağlama tekniğini yapıbozuma uğratıp farklı arpej teknikleri ve tavırlar geliştirdi, bunları da yeni egzersizler ve atonal geçişlerle süsledi. Sonuçta ortaya çıkan tek şey sadece söz değil, aynı zamanda müzikal altyapıda da bir dönüşüme denk düşmekteydi. Orhan Gencebay uzun sap bağlamanın devlet zincirlerinden ve örümcek ağı tutmuş notasyondan kurtulmasının temsiliydi adeta. Fakat aynı zamanda bu müzikal meydan okuma siyasal alanda ve piyasa ilişkilerindeki dönüşümün de yansımasıydı. ‘70 ve ‘80 arasında devlet radyo ve televizyonları arabeski yasakladı. Bununla beraber gizlice stüdyolarda doldurulan plaklar, radyonun yerini kasetçaların ve ototeyplerin alması ve benzeri sektörel altyapıdaki dönüşümün göstergesiydi. Yani arabesk, kültürel ve ideolojik hegemonyaya karşı değil, onu yeniden üreten bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Organik bağlarını ezilenden yana gibi gösterse de sosyal sermayenin en gelişkin biçimini piyasaya girmek için devletin karşısına çıkmayanlar grubunda bulmaktadır. Bu da en tabii artan plak ve kaset satışlarıyla, turnelerle, festivallerle, halka açık konserlerle, alkışlarla, yatırımlarla kendisini göstermekteydi.
Bu arada 12 Eylül koşullarından dolayı Ozan Emekçi, Neşet Ertaş (bile) gibi folklorik yelpazenin farklı (siyasi ya da değil) geleneklerinden gelen sanatçılar yurtdışına göçmek zorunda kalmıştı.  80’lerin ortasında, Güngören’den Bağcılar’a, Zeytinburnu’ndan Bakırköy’e işçi sınıfının dayanışma kültürü yerini yavaş yavaş domestik mekânlarda sessiz bir çığlığa, feodal zincirlerin belirginleşmesine bıraktı. Fakat diyalektik işliyordu Zeytinburnu’ndaki tekstil atölyelerinde overloğa bakmaktan gözleri kan çanağına dönmüş işçinin kolundaki hiç durmayan saat gibi: Yoksul mahallelerin sahnesine Grup Yorum (ve 90’ların başında Grup Ekin) çıkıyordu. Orhan Gencebay ise yine sahnede vardı ve gücünü aldığı inkâr edilemez popülarite ile müziğini icra etmeye devam ediyordu.

Zaman geçti ve 2002’de AKP iktidarıyla neoliberal yapısal uyum sürecinde yaşanan son evrede piyasalarda esnekleşmeyle birlikte müzik sektöründe de farklı iş kolları açığa çıkmaya başladı. Bunun yanı sıra kaset satışlarının yerini CD satışları alırken, müzik endüstrisine ses teknolojilerinin ve gelişen cihazların da girmesiyle birlikte kayıt sistemi ve aranjmanlarda yenilikler meydana geldi. Bu aynı zamanda müzikal değişimin de işaretiydi. Popüler müzik karakteristik özelliğini yeni soundlarla süslerken fantezi müzik piyasaya çıktı ve arabesk müzik nostaljiyle eşanlı bir imgeye işaret etmeye başladı. Müzik endüstrisinde dijitalleşmenin hakimiyetiyle birlikte albüm tirajlarında ciddi düşüşler yaşanınca ülkedeki bir avuç lümpen burjuva sanatçısı çareyi endüstri dışında farklı kaynaklardan elde edilen birikime yönelmekte buldu.

Kurucuları arasında Turgut Özal ile Gencebay’ın da bulunduğu MESAM’da 2 yıl önce yönetici krizi yaşandı. Bu kriz basında Arif Sağ ve AKP iktidarına mesafeli olmayan Orhan Gencebay arasındaki koltuk kavgası gibi lanse edilmişti. Dışarıdan görünen orta sınıf sosyal demokrat müzisyenler ile merkez sağ görüşlü müzisyenlerin kavgasıydı. Nitekim davalarla bu süreç geçti ve Arif Sağ tekrar başkan seçildi. Gencebay ise MESAM yönetiminin sanatçıların sorunlarına dair kurumsal çözüm üretme noktasında eksik ve hatalı olduğunu söyledi. Fakat daha sonra “Değişim ve Reform Grubu” adı altında iktidar çizgisine yakın duran bir grup yönetime geçti. Peki her şey MESAM’ın kurumsal yapısındaki değişimle çözülecek miydi?

Gig ekonomisinin küresel ölçekte esnaf kurye modeline karşı kurye işçilerinin direnişe geçmesiyle tekrar gündeme geldiğini biliyoruz elbette. Fakat gig kelimesinin caz müzisyenlerinin kullandığı angajman kelimesinden türetilmiş bir kavram olarak ortaya çıkması rastlantı mıydı? Angajmanın, yani iş bağlantısının yoksul, geçici, günlük çalışan müzisyenler için artık hayal olduğu bir süreçte yaşıyoruz.

Müzisyenler arasındaki sınıf farkı pandemide artan yoksullukla birlikte katlanılmaz bir hal aldı. Son iki yılda yoksulluk, işsizlik ve sosyal dışlanma yüzünden 103 müzisyen intihar etti. Yoksulun, ezilenin derdini dert edinen arabesk kralları ise buna karşı sessizliğini korumaya devam etti. Gencebay gibilerinin binlerce lira eden bağlamalarını satıp işsiz müzisyenlerle dayanışma geliştireceklerini düşünmek elbette ironik olurdu. Ama en azından şunu artık daha net görüyoruz: Kentli ve köylü işçi emekçilerin artık çileciliğe de mevlanacılığa da karnı tok. Onlar isyanını haykırmaya koşan, umudu yayacak olan sanatçıları çağırıyor.

Son Eklenenler