Pazartesi, Aralık 2, 2024

İktidarın çay kanunu tasarısı kimden yana?

Uzun zamandır sözü edilen, çay sektöründeki tüm tarafların fikri sorulur gibi yapılarak yalnızca şirketlerin ve iktidar çevresinin görüşleriyle ve kamuoyundan gizlenerek hazırlanan[1] yeni çay kanunu tasarısı nihayet 20 Haziran’da iktidar partisi milletvekillerinin imzasıyla TBMM Başkanlığına verildi.[2] Muğlak ifadelerle dolu ve birçok düzenlemeyi yönetmeliklere bırakan tasarıda iki konu dikkat çekiyor: Birincisi sözleşmeli üreticiliğin getirilmek istenmesi, ikincisi taban fiyatı açıklama yetkisinin bakanlıktan alınarak “Ulusal Çay Konseyine” verilmesi. Ve elbette 1984’te çayda devlet tekeli sona erdirildiğinden beri yapılan mevzuat düzenlemelerindeki gibi bu tasarı da Çaykur’u zayıflatıp,  örgütsüz ve dağınık küçük üreticileri özel şirketlerle baş başa bırakmak istiyor. Yüzde 80’i 5 dekarın altında tarla sahibi küçük üretici konumundaki 230 bin kayıtlı çay üreticisinin yanı sıra yarıcı ve işçi;  kâr etmekten başka amacı olmayan kapitalistlerin insafına terk ediliyor. Bu fikirler yeni değil, 12 yıl önce yine aynı çevrelerce hazırlanan ama tepkiler nedeniyle geçmeyen tasarıda da görülebilir.[3] Eğer “pazar, piyasa, ihracat, arz-talep” misali laf kalabalığı arasında biz üreticiler, sektör çalışanları ve tüketiciler seyirci kalmazsak bu da geri dönecektir. Tersi olması halinde ise tıpkı tütün, fındık ve benzeri önemli tarım ürünlerindeki gibi çay sektörü de küresel tarım tekellerinin cirit attığı kârlı bir piyasaya dönüşecektir.

Tasarının amacı kapitalistlerin kâr iştahını gidermek

Önce ülkemizdeki çay üretimiyle ilgili bazı genel bilgileri hatırlayalım; çünkü ortak toplumsal katkılarla bugüne kadar gelen bu olgular, içinden geçtiğimiz dönemde ülke kapitalizminin artan kâr hırsını gidermek için bir avuç şirketin emrine verilmek isteniyor. Türkiye’de çay üretiminin uzun yıllar boyu kamu desteğiyle gelişmiş olması, bizim emek ve alınterimizden kesilen vergilerle oluşturulan kamu kurumları, çay üreticilerinin bilgilerini kuşaktan kuşağa aktararak sürdürmesi, iklimin sağladığı avantajlar ve geleneksel çay tüketme alışkanlıklarımız; kapitalistlerin bireysel çıkarlarına peşkeş çekiliyor. Küçük üretici ve çay işçisinin temel gereksinimlerine bile yetmeyen sınırlı gelirlerine göz dikiliyor.

Türkiye kişi başına yılda ortalama 3,5 kg çay tüketimiyle dünyada ilk sırada. Geçen yıl yaklaşık 280 bin ton kuru çay üreterek dünyada 6. Sırada yer almış. Ama ürünün hemen tümü iç piyasada tüketildiği için dünya ticaretinde önemli bir yeri yok. Bilindiği üzere iklim koşulları nedeniyle ülkemizde çay Artvin-Trabzon arası 30 km. en ve 350 km uzunluğunda bir sahil şeridinde yetişiyor. Dünyanın başlıca üreticileri olan Çin, Sri Lanka, Hindistan, Kenya gibi tropik iklim kuşağında yıl boyu çay hasadı yapılmasına karşılık Türkiye’de Mayıs Ayı ortalarından başlayarak 5-6 ay boyunca hasat yapılabiliyor. Her seferinde 8-10 günlük sürelerle üç, nadiren dört kez ve genellikle makasla kesilerek çay toplanıyor. Doğu Karadeniz çayı, kışın üzerinde kar birikmesi ve soğuğa maruz kalması nedeniyle tropik bölgelerden farklı olarak bitkisel hastalıklara karşı dayanıklı. Bu nedenle çok az tarım ilacı kalıntısı içeriyor. Öte yandan uzun yıllara dayanan tüketim alışkanlıklarımıza uygun olarak kuru çay üretimi sırasında katkı maddesi kullanılmıyor. Bütün bunlar organik çay üretimi ve ihracına uygun olduğundan,  önemli bir kâr potansiyeli sağlıyor. Ama bazı sorunlar var:

Türkiye’de çay üretimi başından itibaren devletin yönlendiriciliği ve denetiminde yapıldı. Amaç yalnızca çay üretmek değil, aynı zamanda geçim olanakları sınırlı Doğu Karadeniz halkına gelir sağlamaktı. Bu politikaların devamında 1973’te Çaykur kuruldu. Taban fiyatı uygulamaları ve teşviklerle üretici nispeten korundu. Ancak kamu yararı gözetici ekonomi politikalarına 12 Eylül darbesiyle son verilmesi üzerine, 1984’te çıkartılan bir yasayla başka alanlardaki gibi çayda da devlet tekeli ortadan kaldırıldı. Teknik ve düzenleyici altyapı olmaksızın işletmeler açıldı ve birçoğu kapandı. Sektörün en büyüğü olmasına rağmen Çaykur’un piyasayı düzenleyici rol oynamasına, kapasitesini tam olarak kullanmasına ve yeni yatırımlarla kendini geliştirmesine; piyasayı bozacağı gerekçesiyle izin verilmedi.  Bu da yetersiz özel şirketlerin dikensiz gül bahçesinde gezinmesine fırsat yarattı. Yasa tasarısında da sözü edilen ama açıklanmayan sektörel karışıklık ve istikrarsızlıkların nedeni budur. Sorunlar planlamayla, Çaykur’u etkin hale getirerek ve küçük üreticilerin örgütlenmesini destekleyerek çözülebilecekken, sermaye yatırımlarının önü açılarak ve işletmelerin kâr olanaklarını arttırarak çare aranıyor. Şimdiye dek bu amaç doğrultusunda borsa kuruldu, Çaykur’un zarara uğratılması yetmezmiş gibi Varlık Fonuna devredilerek asli işlevi olan üreticilere kol kanat germesi önlendi ama bütün bunlara rağmen özel sektörün piyasayı istikrarlı biçimde yönetmesi sağlanamadı. Şimdi de sözleşmeli üreticilikle bunun oluşturulmasına çalışılıyor.

Çayda neden sözleşmeli üreticiliğe geçilmek isteniyor?

Çay üreticilerinin büyük çoğunluğunun küçük üretici olduğunu belirtmiştik; bu her zaman, tarıma yatırım yapacak şirketlerin kârını azaltıcı bir engeldir. Hem küçük tarlalara ayrı ayrı yapılan harcamalar ve hem de şirketlerin tek tek bu üreticilerle anlaşmaya çalışması yüzünden maliyet artar. Tarlalarda uygulanan farklı yöntemler ürün kalitesi ve miktarını istikrarsız hale getirir. Bu yüzden kapitalist işletmeler büyük ölçekte üretimden yanadır. Sözleşmeli çiftçilik, tarlaların birleştirilerek geniş alanlarda üretim yapılmasının mümkün olmadığı durumlar için geliştirilmiş bir yöntemdir. Şirket çiftçiye fide, tohum, ilaç, gübre vb. girdileri sağlayarak, belli bir dönem sonunda ne kadar ürün elde edeceğini planlar, bunun üzerinden ve başkasına satmama koşuluyla sözleşme yapar. Böylece herkes kendi tarlasında şirketin işçisi haline gelirken, şirket de bir yörede aynı anda aynı tip ürünü toplayabileceği avantaj yaratmış olur  İşte tasarının 5. Maddesinde “…kuru çay üreten işletmelerin ihtiyaç duydukları yaş çayı sözleşmeli üretim ile temin etmeleri gerektiği…” belirtilerek, çay üretiminde bu tür bir uygulamaya geçilmesi zorunlu hale getiriliyor. Eğer yasa kabul edilirse, çay üreticileri şirketlerle sözleşme imzalamak zorunda kalacaklar.

Tasarı gerekçesinde sözleşmeli çiftçiliğin üretici ve tüketici lehine olduğu savunuluyor. Bu doğru değil. Kimin yararına olduğunu anlamak için geçen yıl Tarım ve Orman Bakanlığının düzenlediği 1. Çiftçi Zirvesi’nin sponsorlarına bile bakmak yeterlidir: Koza Altın işletmeleri, Ziraat Bankası, mısır şurubu üreten Cargill, süt şirketi Aynes, Ege İhracatçı Birlikleri ve tarım sigorta şirketleri ortak havuzu olan TARSİM…

Çay üretimi toplumsal gelişmeyle birlikte artıyor. Gereksinimi karşılamak için yaşlanarak verimsizleşen çay tarlalarının yenilenmesi, organik çay üretimine geçilmesi, uygun olmayan arazilerin iyileştirilmesi, gelişigüzel tarla açarak çevreye zarar vermenin önüne geçilmesi, üründe standardizasyonun sağlanması gerekiyor.   Zaten yoksul düşmüş küçük üretici devlet desteği ve planlama olmaksızın bunları kendiliğinden yapamaz. Gücünü birleştirerek yapması ve devletin bu tür girişimlere destek olması akla yatkın bir uygulamadır. Ancak yönetenler halkın kooperatif ve üretici birliklerinde örgütlenerek sorunlarını çözmesinden korkarlar, üretimle ilgili sorunların çözümünü, üreticiyi şirketlere ve bankalara bağımlı hale getirerek çözme yoluna giderler. Buna göre şirketler önce kâr edebilecekleri üreticilerle sözleşme imzalayarak diğerlerine örnek yaratacaklardır. Bunu gören üreticiler sözleşmeli olmak için ya tarlalarını kendileri iyileştirmek isteyecek, ya da bunun maliyetini ürün bedeli olarak şirketin karşılayacağı sözleşmeler yapmaya çalışacaklardır.  Böylece üretimin her aşamasında sektöre özel şirketler egemen olduğu gibi, üreticinin iki de bir iktidarı sıkıştırarak taban fiyatı açıklamaya zorlaması ya da destek istemesinin de önüne geçilecektir. Zaten taban fiyatı açıklamanın Tarım ve Orman Bakanlığından alınarak Ulusal Çay Konseyine devredilmek istenmesinin nedeni de budur. Başlangıçta üreticinin yararına gibi görülen bu gelişmeler, zamanla “piyasa bozuldu, döviz arttı” vb. gerekçelerle sürekli olarak örgütsüz üreticinin aleyhine dönecektir.

Sonuç

Bugüne dek çay sektöründe yaşanan ve bu tasarıyla giderileceği ileri sürülen karışıklıkların nedeni, tasarının dayanağını oluşturan piyasacı, özelleştirmeci, borsacı anlayışlardır. Örneğin yaş çay üretimini düzenlemek için kota ve kontenjan uygulandığı söyleniyor ama tersine, bu uygulamalar yüzünden üretici her yıl zarara uğruyor. Devlet bir yandan sezon boyu ve günlük olarak teslim edilecek çay miktarını sınırlandırırken, karşılığında toplanan yaş çayı işlemeye yeterli tesis hazırlamıyor. Bu yüzden üretici topladığı çayı Çaykur’dan daha düşük fiyat veren özel sektöre satmak zorunda kalıyor. Şimdi bu çelişkiden kurtulmak için taban fiyatının Ulusal Çay Konseyi tarafından açıklanması isteniyor. Konseyin fiyat belirlerken üreticinin kaygılarını ne kadar hesaba katabileceğini anlamak için yönetim kuruluna bakmak yeterlidir, 2 tane Ziraat Odası temsilcisi dışında geri kalanlar iş adamı ve böyle bir yasa tasarısını hazırlayan yönetimin temsilcileridir.[4]Sorunu yaratan ve sürekli büyütenler, çözüm getiremez. Tasarı geçerse çay üretimi tümüyle şirketlerin denetimine geçecek ve zamanla bu şirketler el değiştirerek piyasaya uluslararası çay tekelleri egemen olacaktır. Çare üreticinin, çalışanların örgütlenmesi ve dünyanın en çok çay tüketen bizlerin bu örgütlenmelere destek olmasıdır.


[1] Rize Ziraat Odası Başkanı Nevzat Paliç, geçtiğimiz Şubat Ayında tasarının Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi tarafından hazırlanışı sırasında görüşlerinin sorulduğunu ama son şeklinin gösterilmediğini söylüyor. https://www.hurriyet.com.tr/galeri-cay-kanunu-ne-zaman-cikacak-iste-tum-gelismeler-41996158/1

[2] https://www2.tbmm.gov.tr/d27/2/2-4499.pdf

[3] https://www.rtb.org.tr/tr/cay-kanun-taslagi

[4] https://ulusalcaykonseyi.org.tr/icerik/yonetim-kurulu

Son Eklenenler