Cuma, Eylül 29, 2023

Gerçekleri eğip bükemiyorlar

Şimdilerde herkes neoliberalizm bitti diyor. Neoliberalizm bitti demek emperyalist talanın sürdüğü gerçeğini gizlemez. Artık en azından şunu biliyoruz: neoliberal ideoloji sermaye hareketinin önündeki bütün engellerin kaldırılması üzerine kuruluydu, küreselleşme ideası halklar için demokrasi ve barış, işçi sınıfı için refah getirmedi. Bu yalanları artık kimse yutmaz. Yalan etkisini kaybettikçe işçi ve emekçilerin, ezilenlerin direniş iradesi artacaktır. Önümüzde bu talana karşı artacak küresel işçi sınıfının ayaklanmaları var. Nitekim bunun küçük bir provasını Türkiye’de 2022’nin başından itibaren gördük.

2022’de Rifis Makina, Çimsataş Fabrikası ve Divriği Çiftay Madencilik işgallleri ile başlayan direnişler işçinin geçimini sağlamasının mümkün olmadığı yoksulluk koşullarında düşük zamlara karşı ayağa kalkmanın ve gelecek fiili meşru direnişlerin yolunu açtı. İş bırakmaların niceliksel yönü bize önemli bir gerçeği gösterdi. O da grevlerin biri hariç hepsinin fiili olmasıydı. Grevlerin yarısı hiçbir sendika olmadan gerçekleştirildi ki bu sendikalı işçilerin komite kurup sendikalarda basınç yaratma iradesini açığa çıkarttı. Sendikasız işçilerin de fiili ve meşru örgütlenme zeminini oluşturdu. Burada sınıf hareketinin ve politizasyonun bürokratik boyunduruktan kurtuluşunun ifadesini görüyoruz.

Pandeminin ilk yılında küresel değer zincirleri bozulmaya başlayınca buna yanıt zincirin kapitalistlerce gözden çıkarılan ilk halkalarından, kurye işçilerinden geldi. Bütün dünya iş bırakırken Türkiye’de de Yemeksepeti, Trendyol ve birçok firma çalışanları neoliberal güvencesizlik sarmalına karşı direnişe geçti. Enflasyon ve yoksullaşma bu direnişlerin oluşmasında önemli bir rol oynadı. Türkiye’de direnişlerin önemli bir kısmı kazanımla sonuçlandı. Gel gelelim enflasyon emperyalist ülkelerde de hızla yükselmeye devam ediyor. Hal böyle olunca direnişler ‘kendiliğinden’ biteceğe benzemiyor. Peki, bu sürede enflasyonun nedenleri ve sonuçları ile Türkiye işçi sınıfı üzerindeki etkileri nelerdir?

Dünya ticareti daralıyor. IMF ve Dünya Bankası küresel ekonomik büyüme tahminlerini yüzde 3,6’dan yüzde 3,2’ye çekti. Kapitalizmin hegemonik güce ihtiyacı var ve sermaye birikimindeki tıkanıklıklar savaşla giderilmeye çalışılıyor. Rusya Ukrayna savaşının etkilediği enflasyon yükselişi en çok yoksul ülkelerde etkisini gösteriyor ve daha ziyade işçileri vuruyor. Rus İşgalinin emtia fiyatlarında yarattığı yükseliş Türkiye’de tarım, enerji ve sanayide dışa bağımlılığın etkilerini de gösteriyor. Savaş, Türkiye’de kuru yükseltmeye devam ettikçe ithalat maliyetlerini arttıracağı için enflasyonu daha da yukarı itiyor. Bir ihtimal daha var(!) IMF kuru istikrara kavuşturabilir: 40 yıldır her krizde olduğu gibi kâr oranlarının tekrar yükselmesi için ücretlerin baskılanması ve işçilerin haklarının ellerinden alınması lazım! Kamuda tasarruf yapalım, diyecekler. Sanki kamu harcamaları esas olarak silahlanmaya gitmiyormuş gibi!

Savaşın küresel ölçekte korkunç etkileri devam edecek. Öte yandan proletaryanın bütün bölükleri üzerinde oluşturulmaya çalışılan kapitalist hegemonya savaşı güvencesizliği de derinleştiriyor. TİSK ve TÜSİAD göçmenleri daha elverişli sömürmek için kendilerine özel iş kanunu çıkartmayı istemesi de savaş düzeninin aşağılık bir göstergesidir. Bütün bunların akıllara getirdiği bir soruyu soralım tekrar: Ücretleri baskılayan göçmenler mi yoksa onları yerinden yurdundan eden, onları ve yerli işçileri sömüren kapitalistlerin kâr arayışı mı? Yanıt elbette ki ikincisi. IMF reçetesinin olası sonuçlarını bir daha düşünelim: Türkiye’nin üretim gücü düşük. Borçlanma eskiden olduğu gibi sefaleti kamçılayacak: Enflasyon ve hayat pahalılığı gıda ve konut krizi, kredilerle karşılanmaya çalışıldığı noktada işçi ve emekçiler yoksulluk sarmalının içine daha çok çekilecekler.

Bu arada OECD ülkelerinin ortalama enflasyonu yüzde 7 iken Türkiye’de yıllık tüketici enflasyonu ENAG verilerine göre yüzde 156.86’ya çıktı. Buna yol açan yerli dinamikleri görmeden sadece küresel enflasyon, küresel kriz deyip geçmek zahmetsiz yoldur ve bu aklımızla alay etmek olur. Böylece enflasyon politikası ile terbiye edilen emekçilerin düşmanı yeldeğirmenlerine dönüşür. Altını çizmek istediğimiz yerli nedenler arasında büyük pay ‘faiz sebep enflasyon sonuç’ önermesiyle egemenler içindeki seçmenini konsolide etmeye çalışan AKP’nin olsa da ‘muhalif’ düzen partilerinin çözümü seçim sandığına büküp halk mücadelesini kriminal hale getirme çabasını da unutmamalıyız.

Örgütsüzlük dayatılırken seçimler tek çıkış yolu hatta neredeyse sınıf mücadelesinin bir aracı gibi gösteriliyor. Her seçim egemenlerin istikrarlı bir biçimde güç biriktirmek için emekçilerin temsil illüzyonu ile gerçekleştirilerek sömürüyü baskıyı meşrulaştırıcı araç olarak kullanılıyor. Bu yol ile yoksulluğu ve hayat pahalılığını yaratan nedenlere karşı emekçilerin sesini duyurmak için oluşan her bağımsız siyaset girişimi, her işçi direnişi, her siyasallaşma kriminalize ediliyor. Yani artık gerçeklerin eğilip bükülecek bir esnekliği yok. Savaş, açlık, pahalılık insanları zorluyor, yaşamları yok ediyor.

Elbette bunlara karşı fiili, meşru mücadelenin tüm olanaklarını kollayan öncü işçiler, devrimciler Taksim’e yürümeye çalışırken, bürokrat sendikal aygıtlar tüm bu haksızlığı salt nicel verilere indirgeyerek kapitalist hegemonyanın depolitizasyon aygıtı olduğunu bir kere daha kanıtlamıştır. İşçi sınıfının ve emekçilerin haklarını savunanların seçim kampanyalarında sesinin duyulmadığını biliyoruz. Elbette kapitalist sınıf içi çelişkileri derinleştirmek bizim işimiz. Ama seçim yasalarıyla oynayan iktidar ile düzen partileri arasındaki çatışmada, kapitalist sınıfın çelişkileri içerinde bir rol bizim meselemiz değil. Yoksulluk, açlık, işsizlik kader değil egemen sınıfın bilinçli politikalarının sonucudur. Bütün bunlarla sınıf mücadelesiyle başa çıkılabilir, düzen muhalefetinin seçim kazanmasına bel bağlayarak gidilecek bir yol yoktur. Bizler kapitalist devletin bütün seferberliğine rağmen umutluyuz. Çünkü önümüzdeki işçi direnişleri bizi çağırıyor.

Son Eklenenler