Banka promosyonları meselesi bugünlerde yine gündemde. Patronlar çalışanları üzerinden para kazanmalarını sağlayacak şekilde maaşları elden değil de son on beş yılda ortaya çıkan banka üzerinden ödeme zorunluluğunu kötüye kullanıyor. Emekçiler bu duruma isyan ediyor ve haklarını istiyor. Sendikalı kamu çalışanları promosyon meselesiyle ilk karşılaşan ve bunu bir talep haline getirip toplu sözleşmeleri yoluyla bir iyi kötü kendi lehlerine bağlayan çalışan kesim olsa gerek. Hatırlanacak olursa daha böyle bir zorunluluk dayatan yasal bir düzenleme olduğu şüpheliyken, kolaylık gerekçesiyle maaşlar doksanların ortasından itibaren yaygın olarak bankalar üzerinden ödenmeye başladı. Maaş müşterisi olma yoluyla bankalara pek çok başka hizmet satma ve önemli bir TL girişi sağlayan bu uygulamayı kendilerine çekmek için rekabete giren bankalar bu noktada karar vericilere kendilerini tercih etmeleri için çeşitli “teşvikler” sunmaya başladı. Buna promosyon diyoruz.
Kamu çalışanları bu anlamda bankaların özellikle iştahını kabartıyordu. Bu yüzden de kamu işyerlerinde karar vericilerin ilgisini çekecek hediyeler bankalar tarafından veriliyordu. Bu satırların yazarı o dönem Rektörlüğün kullandığı yeni Audi A marka 4 makam arabasının banka tarafından alındığının yaygın bir biçimde konuşulduğunu iyi hatırlıyor. Tam da o günlerde yasaları çıkan kamu çalışanları sendikaları açısından bu promosyonların idareye değil çalışanlara ödenmesi son derece açık tartışmaya yer bırakmayan bir talepti. Sonuçta böyle bir ödemenin yapılmasının nedeni maaş müşterisi kamu çalışanlarına satılacak muhtemel bankacılık hizmetlerinin getirisi ve onların maaşların bankaya yatırılmasının getireceği nakit hareketiydi. 1994 tarihli bir KHK ile kendisine verilen yetkiyle memurlara maaş ödenmesi için bankadan ödemeyi dayatan Maliye Bakanlığı ya da hükümet değil de idare amirleri bu promosyonları kullandığı için hükümete baskı yapıp promosyonların memurlara ödenmesini talep etmek yeterli örgütlenme ve kamuoyu farkındalığıyla kolay elde edilebilecek bir hedef olarak görüldü, kamu çalışanları sendikaları tarafından. Ne de olsa hükümet sonuçta kendi cebine girmeyen bir para için örgütlü ve etkin bir seçmen kitlesi olan memurları çok zorlamazdı, nitekim öyle oldu 2007’de bir genel tebliğ ile promosyonların en fazla üçte birinin idare tarafından kullanılabileceğine dair bir sınır getirildi. Mücadele bu yarım başarıdan daha da motive olunca toplu sözleşmelerde temel bir talep olarak memura promosyonun yüzde yüzünün dağıtılması öne sürüldü. Bu hedefe de 2010’da ulaşıldı.
Bu kazanımların kamu çalışanlarının sendikal mücadelesi ile ilgili olduğu ve hükümetin popülistçe bir mülahaza ile bu tavizi verdiği şuradan da anlaşılabilir. Aslında memur maaşlarına benzer bir biçimde ödenen emekliler için bu kazanım ancak 2017’de AKP hükümeti bir sıra seçimi kazanmak zorunda olduğu noktada gündeme gelmiştir. Hükümet de verebileceği kendi açısından masrafsız bir ödün olarak emeklilere bir müjde gibi bu hakkı tanımıştır. Ondan sonra da zaten promosyonların maaş verene değil alana ödenmesi talebi genel bir gündem haline gelmiştir. Kamu çalışanı sendikalarının bunu bir mücadele talebi haline getirdiğinde kolayca kazanım elde ettiğini ifade ettik, kuşkusuz özel sektör işyerlerinde bankanın muhatabı işletmenin kendisidir, bir kamu idaresinin başındaki yönetici değil. Bu bakımdan kamu çalışanı sendikalarının hükümetle pazarlık edip kamu işyeri idaresinin bir kaynağını talep etmekten gelen rahatlığı aynı talebi öne süren işçi örgütlerinde olmayacaktır. Bu abartılacak bir fark değildir, yapılması gereken sadece daha kuvvetli bir örgütlenme ve daha sert bir mücadeledir. Çözüm aynı yerde; toplu sözleşmeye bu maddenin eklenmesi, toplu sözleşmesiz işyerleri için işçilerin fiili meşru mücadelesindedir.
Kamu emekçilerinin mücadelesinde de gördüğümüz gibi hakkın alımı sendikaların ve işçilerin birlikte mücadelesi ile mümkün olmuştur. Özel sektörde promosyon piyasaya /patronların banka ile olan sözleşmelerine bağlı olarak belirlenmekte, bugün TİS ile birlikte banka promosyonu alan iş yerleri bulunsa da işçilerin ezici çoğunluğu promosyonları alamamakta ve bunun talep edilebileceğini dahi çoğunlukla bilmemektedir. Devlet, kamu ve özel ayrımı yaparak eşitsizliği görmezden gelip gerekli yasal mevzuatı düzenlemezken, patron ise devletin bu duruma herhangi bir müdahalesi olmaması ve doğrudan banka anlaşmaları ile belirleyici olanın kendisi olması rahatlığı ile işçilere hakkı olmadığını ve işletmenin hakkını istememesi gerektiğini vaaz ediyor. Peki, banka promosyonu işçinin hakkı mıdır? Peşinen söyleyelim ortada olan para işçinin hakkıdır. Dakika dakika hesaplanarak kazandığımız ücretlerimiz üzerinden patronlar bankalarla anlaşma yaparak yüksek peşin paralar ve anlaşmalı bankalarda mali avantajlar sağlıyorlar. Bizim emeğimiz üzerinden zenginleşenler yine emeğimizin karşılığı olan paranın hangi bankanın değerlendireceğine karar verip buradan da kâr sağlıyorlar. Banka promosyonları yasal olarak hak tanınmamış olsa dahi bu paranın işçiler tarafından istenmesi meşrudur. Meşru olan taleplerimizi muhataplarına kabul ettirmekte yukarıda bahsettiğimiz gibi daha kuvvetli ve sert bir mücadele ile mümkündür.
Bugün tüm direniş, örgütlenme ve TİS gündemlerinde mutlaka banka promosyonları olmalıdır. İşçilere bu paraların ancak mücadele ile alınabileceği en yalın hali ile anlatılarak Şişecam işçileri örneğinde olduğu gibi örgütlenme tarihinin eski olduğu işyerlerinde dahi işçiler TİS’e ekletemedikleri promosyon haklarını alabilmek için sendikasını zorlamakta ve imza kampanyaları örgütlemektedir. Promosyon mücadelesinin hedefine bankalar, devlet ve sendikalar mutlaka konulmalıdır. Kamuoyu ve işçilerin genelinde farkındalık oluşturulması bu meşru talebin sahiplenilmesi ve sonuç olarak yasal düzenleme ile tartışmaya kapatılacak şekilde mücadelenin örgütlenmesi gerekmektedir. Promosyon hakkı için bankalar, genel müdürlükleri, iş yerleri, devlet kurumları önü birer eylem alanına dönüştürülmelidir. Kamu emekçilerinin mücadelesinden gördüğümüz gibi promosyonları almanın tek yolu birlikte mücadele etmek ve bunu patronların keyfine bırakmayacak bir hak olarak kazanabilmektir.
Bizim olan bizde olmalıdır.