Çarşamba, Nisan 24, 2024

Yeni anayasa tartışmaları

Yönetenler gündemin tek belirleyicisi konumuna yükseldiğinden beri, konu başlıkları önümüze tepeden düşer gibi geliyor. Sabah kalkıyoruz, döviz fırlamış. Her gün başka bir ülkede başlayan askerî operasyonları hatırlatmaya gerek yok.  Derken aya gönderilecek personele ne ad verileceği sorusu ve son olarak anayasa değişikliği ortaya atılıyor…

İktidar, hazırlıklarına başladığını duyurduğu yeni anayasanın her şeyden önce “sivil”  olacağını ve 1921 Anayasası benzeri “kurucu” nitelik taşıyacağını ileri sürüyor. Amacı, yıllar boyu değişiklik gerektirmeyecek bir metin yazılması. Anamuhalefetin buna ilk tepkisi “ne anayasası, millet aç” demek oldu.  Sanki yurttaşlar sadaka bekliyor ve bu konuları düşünüp konuşmayı ancak önlerine birkaç lokma yiyecek atıldıktan sonra becerebiliyormuş gibi… Anayasayı “toplum sözleşmesi” olarak gören sağlı-sollu liberaller ise, herkesin üzerinde uzlaşmadığı bir anayasa olamayacağını ileri sürüyor. Bizim konuya ilgimiz bunların dışında:

Eğer bir ülkenin işçi, işsiz, öğrenci vb. tüm ezilenleri kendi kaderi hakkında söz sahibi olmak istiyorsa, toplumda yaşanan her şeye ilgi göstermeli ve bağımsız bir siyasi güçleri olmalıdır. Dolayısıyla anayasa tartışmalarıyla da ilgilenmeli ya da ilgilenmeyecekse bile bunu siyasi gerekçeleriyle ifade etmelidir. Bu çerçevede konuyla, yeni anayasadan bir beklentimiz olduğundan ya da gelişmeleri etkileyecek gücümüz varmış gibi hayaller kurmak amacıyla değil; farklı çevrelerin yaklaşımlarını görmek ve kullanılan kavramlar hakkında bilgi edinmek için ilgileniyoruz.

İktidarın yeni anayasaya ilişkin verdiği ipuçları daha çok kendisiyle övünme ve konuya ilgiyi arttırma amacı taşıyor. Bu yüzden girişimin anlamını çözmek için bu söylemlere değil, anayasanın toplumsal bakımdan anlamına ve yenisinin hangi koşullarda yapılmak istendiğine bakmak gerekiyor.

Anayasa liberallerin söylediği gibi bir “toplum sözleşmesi” değildir, güçlünün egemen olduğu düzenin sürmesi için, güçsüzün uyacağı kuralları gösteren bir hukuk metnidir. Yasa, kararname, yönetmelik vb. diğer hukuk metinlerinden farkı; onların nasıl hazırlanacağının kurallarını da içermesidir. Gücü olan kuralı koyar. Eğer güçler eşitse, oturur anlaşırlar ve daha sonra her fırsatta anlaşmayı kendi lehlerine düzeltmeye çalışırlar. Dolayısıyla her metin gibi anayasa da sık sık yorumlanır. Bunların belirleyicisi ölü metinlerin içeriği ve onlara gösterilen bağlılık değildir, yaşayan yorumcuların somut varoluş koşulları içindeki konumlarıdır. Kimin haklı olduğu önem taşımaz, er ya da geç daha güçlünün yorumu geçerlilik kazanır.  Somut örneği, kabul edildiği 7 Kasım 1982’den beri Anayasanın 19 kez değiştirilmiş olmasıdır. Demek ki hep bir “eksik” görülmüş, anayasaya uygun yorum yapıp eksik olmadığını söyleyenlerin görüşleri kabul edilmeyerek değişikliğe gidilmiştir. 12 Eylül’ün siyaset yasağı getirdiklerinin tekrar siyasete dönmesi, AB’ye katılımla ilgili düzenlemeler, 12 Eylül darbecilerinin yargılanması gibi önemli sayılabilecek değişiklikler hep toplumsal güç dengelerindeki dalgalanmalar sonucu yapılmıştır. Dolayısıyla “öyle bir anayasa yapalım ki yıllarca değiştirme gereği duyulmasın” demenin anlamı yoktur. Anayasa sürekli değişen güç dengelerine bağlı olarak yapılır ve uygun görüldüğü gibi yorumlanıp değiştirilir. Eğer ezilenler sürece müdahale edebilecek bağımsız bir güce sahip değilse,  egemenlerin verdikleriyle yetinmek zorunda kalırlar.

İktidar,  TBMM’de yeterli oyu olmadığı koşullarda anayasa yapma girişiminde bulunuyor. İster anayasa maddelerinden birinin değiştirilmesi, isterse yeni bir anayasa yapmak için olsun aynı yollardan geçmek gerekiyor. Dolayısıyla iktidarın aynı maliyetle daha büyüğünü satın almaya çalıştığını söyleyebiliriz. Yeni anayasa tasarısı milletvekillerinin üçte birinin imzasıyla Meclis gündemine alınabiliyor ve burada bir sorun yok. Ancak tasarının kabulü için üçte iki çoğunluk= 400 milletvekili gerekiyor ve bunun bulunması çok zor görünüyor. Tasarının halkoyuna götürülebilmesi içinse beşte üç çoğunluk=360 milletvekili yetiyor. Millet İttifakının 289+48+1=338 milletvekili var. Bu durumda yeni anayasa tasarısının halkoyuna sunulabilmesi için muhalefet milletvekillerinden 22 tane oy bulmak zorunlu. Bu da sağlandıktan sonra, yeni anayasanın yürürlüğe girebilmesi için halkoylamasında geçerli oyların yüzde 50+1’ini alması gerekiyor. Tüm bunların gerçekleştiğini varsayarak, neden yeni bir anayasa yapılmak istendiğini anlamaya çalışalım:

Hukuk, gelişmeleri kavrayabilmek için en son başvurulacak düşünce biçimidir. Çünkü olayların içyüzünü açıklayıcı bilgi vermediği gibi, gelişmeleri yönlendirici işlevi de yoktur. Yalnızca var olanın devamı için uyulması gerekli kuralları söyler. Ekonomi, borç harç sürdürülüyor.  Finans oligarşisinin elinde bunalım yüzünden yatırıma dönüştüremediği bir para fazlası varken, borcu borçla kapatmak zor olmuyor. Ücretleri düşürerek, vergileri arttırarak, sermaye girişi ve yatırımlara sürekli destek ve güvence vererek, ekonominin çarkları döndürülüyor. Bunun tek engeli, ezilenlerin daha fazla sömürülmek istememesi olabilir. Bu da olmadığına göre, ekonomide sorun yaşamamak için ezilenleri baskı altında tutmaya devam etmek yeterli. Ancak bu da siyasette oy kaybı nedeniyle bazı sorunlara yol açıyor. Ve yeni anayasa yapma gereği duyulması bununla ilgili gibi görünüyor.

Ezilenler örgütsüz olduğuna ve düzen muhalefeti iktidarın tüm önemli kararlarını desteklediğine göre, yeni bir anayasa arayışının nedeninin yönetenlerin kendileriyle ilgili olduğu düşünülmelidir. Unutmayalım ki 15 Temmuz’da siyasal iktidar katında iki güç çatışmış ve galip gelen taraf benzer senaryolarla karşılaşmamak amacıyla devleti köklü bir biçimde elden geçirip yeniden düzenlemiştir. Bu bir rejim (yönetim biçimi) değişikliğinden ötedir. Öyle ki, yeni devlet yapısına en uygun yönetim biçimi olarak kabul edilen başkanlık sistemine geçilmesi bile fiilen gerçekleşmiştir. Ancak hukuk toplumsal yaşamın ileri ya da gerisinde olamaz; güç sahipleri arasındaki ilişkilerin tanımlanıp kayda geçirilmesi amacıyla gerekli anayasa değişiklikleri yapılıp, 16 Nisan 2017’deki halkoylamasıyla kabul edilmiştir.

Devleti ve hükümeti (=yürütmeyi) karıştırmamak gerekir. Ancak son düzenlemelerle parlamento işlevsiz hale geldiği için bu çoğu zaman karıştırılıyor. Artık Türkiye’de parlamenter bir hükümet yok, yürütme Cumhurbaşkanında temsil ediliyor. Buna karşılık ister ister geleneğin sürdürülmesi, isterse sermayenin gereksinimlerinin karşılanması amacıyla olsun,  yürütme hâlâ seçimle belirleniyor. Anketlere bakılırsa, iktidar partisinin oyları düzenli olarak düşüyor. Bu durumda 2023 seçimlerini kazanması zor görünüyor. Bir yanda yeni devlet düzeninin kim seçilirse seçilsin nasıl süreceği sorunu, diğer yanda bu devlet düzenine en uygun yürütmenin tekrar seçilmesi çabaları var. Yeni anayasanın, denklemin bu iki bilinmeyenine dayalı olarak bir çözüm oluşturması için çalışılıyor. Bu sorunun içinden hem devlet yapısının, hem de yürütmenin güçlenerek çıkması mümkün mü? Yoksa birinden birinin değişmesi mi gerekecek? Bekleyip göreceğiz. Bu arada sömürü, baskı, açlık ve pandemiye karşı direnişi büyütmeye devam edeceğiz.

Son Eklenenler