Üniversiteler epeydir farklı nedenlerle gündeme geliyor. Her gündeme geldiğinde ise üniversitelerin içinde bulunduğu vahamet biraz daha gün yüzüne çıkıyor. Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlar da epeydir hakim olan uygulamaların sonuçlarından sadece birisi. Hikaye yeni değil. YÖK’ün kuruluşunun ve işleyişinin bu süreçteki etkisini tekrarlamaya gerek yok. Üniversitelerde uzunca bir süredir dışarıdan ve içeriden ciddi bir yozlaşma yaşandığı açık. Bunun üniversitelere has bir durum olmadığı, tüm kurumlarda yaşandığı da biliniyor. Üniversitelerdeki yozlaşmanın bürokratik, ekonomik, akademik, sosyal, etik birçok boyutu var. Bu nedenle de mesele rektörün nasıl belirleneceğine dair yönetsel bir boyuta indirgenemeyecek kadar derin ve köklü.
Etimolojik olarak evrensellik, bütünlük gibi anlamlarının yanında hakikatin birliği (uni-veritatis) gibi bir anlamı da olduğu ve bu açıdan üniversitenin bir iş-yaşam birliği olarak da yorumlanabileceğini hatırlatan Oruç Aruoba, üniversitelerin süreklilik içinde ve gençliğin katılımıyla yenilenerek kendini aşan, korkusuzca ve özgür bir tartışma kültürüyle adına layık bir varoluşu sürdürebileceğini vurguluyor. Üniversite söz konusu olduğunda meselenin diğer bir boyutunu da tarihsel olarak üniversite gençliğinin politik mücadelelerdeki rolü ve öncülüğü oluşturduğu söylenebilir. Şimdilerde üniversitenin bu karakteristiğinden söz etmek neredeyse imkansız. Uzun yıllardır akademik teamülleri gözetmeyecek şekilde işleyen bürokratik yapı, unvan ve kadro alımlarında yaşanan usulsüzlükler ve uygulanan öznel kriterler, buna bağlı olarak eğitimin içeriğinde ve niteliğinde yaşanan derinlemesine çöküş resmin bir yarısını temsil ederken resmin tamamlayıcı diğer yarısını üniversite dışındaki eğitim-öğretim aşamalarının içinde bulunduğu içler acısı durum teşkil ediyor. Kuşkusuz üniversite içi etkenleri ve üniversite ile diğer kurumlar ve toplum arasındaki ilişkiyi diyalektik bir bütünlük içinde değerlendirmeliyiz.
Türkiye’de eğitim ilköğretimden itibaren bilimsel ve felsefi bir bakış açısıyla geliştirilmediği gibi böylesi bir içeriğe sahip de değildir. Doğadan, insandan ve toplumdan yola çıkarak ve tüm bunları tarihsel bir okumayla ve hakikati temel almış bir bakış açısıyla şeylerin doğasına ve ilişkilerine yönelmek bir yana önemli ölçüde temelsiz, dogmatik, bilimden ve felsefeden uzak, tarihsel bilgiye dayanmayan, önyargılarla dolu bir eğitim üniversite de dahil olmak üzere tüm eğitim-öğretim süreçlerini belirlemekte. Üniversitelerde yaşanan yapısal sorunlar böylesi bir öğrenci profiliyle daha da derinleşmektedir ve tersi. Her anlamda içi boşaltılan üniversiteler de -kimisi biraz daha az kimisi biraz daha çok- bu yolla meslek okullarına dönüştürülmüştür.
Sadece eğitim-öğretim süreçleri açısından değil politik mücadelenin kritik damarını oluşturan gençlik mücadelesi zemini olma vasfını da epeydir yitirmiş olan üniversitelerdeki gençlik ise birbirinden ayrılamayacak iki sorumluluğu tekrar hatırlamalıdır: Üniversiteleri politik, bilimsel, felsefi, estetik ve başka birçok alanda yeniden hakikat düzlemine taşımak için kendi donanımını bu yönde yetkinleştirmek üzere bir araya gelmek ve varolan durumun her tür yozlaşmış ilişki tarzını teşhir ederek üniversite bileşenlerinin de bu yönde adım atmalarında itici güç oluşturmak; tüm bunları yaparken meselenin kurumsal bir sorun ve sınırda olmadığının bilinciyle bilimin, bilginin, deneyimin, teknolojinin toplumsal yarar için kullanılması yönünde seferber edilmesini sağlacak politik-pratik ağlar örmek. Ancak üniversitenin tüm bileşenlerini bir araya getirecek, bilgiyi kurumsallaştıran ve özelleştiren değil toplumsallaştıran geleneği yaratacak bir mücadele tarzı geliştirebilirsek bu sürecin bir parçası olarak yönetsel sorunları da demokratik bir tarzda tartışma zemininden bahsedebileceğiz. Aksi takdirde üniversitede olan her şeye seyirci kalırız. Oysa üniversiteler devrimci mücadelede gençliğin sıkı sıkıya tutunması gerektiği bir birikimi temsil etmektedir. Üniversitelerde durumun hiç de iç açıcı olmaması büyük resmi görmemize engel olmamalıdır. Yaşamı hakikati rehber edinerek anlama ve yeniden inşa etme sürecinde geçmiş deneyimlerden yararlanmayı ve sil baştan başlamayı bilmek gerekir. Yönetenlere ve ezenlere karşı ezilenleri, yaşamı, doğayı, bilimi ve özgürlüğü savunacak bir üniversite için ne ile karşı karşıya olduğumuzu nesnel olarak görmek ve bu nesnel durumun bize yüklediği sorumluluğu bilerek yürüyüşü sürdürmek üniversitelerin geleceği için elzemdir.