31 Mart 2019 yerel seçimlerinde CHP’nin kazandığı belediyeler artınca Genel-İş’in de üye sayısı 144 bine yükseldi. İşçiler kendi iradelerinin dışında, belediye bürokratlarının sözüyle, bir torbaya doldurulur gibi üye yapıldı. Sendikalar, sendikacılığın bir meslek olarak icra edildiği günümüzde, buralara çöreklenmiş yöneticiler tarafından aile şirketi ya da şahsi şirketmişçesine yönetiliyor. Birkaç mücadeleci sendika dışındaki diğer tüm sendikalarda, işçilerin, söz yetki ve karar süreçlerine doğrudan katılacağı, işyeri meclisleri ve işyeri komiteleri gibi işçilerin öz-örgütlenmelerine dayanan, taban inisiyatiflerini öne çıkaran demokratik teamüller istenmediği gibi bunların oluşumuna da izin verilmiyor. Meclis ve komitelere dayalı örgütlenme tarzının önüne geçmek için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. Çünkü böylesi bir tarz, sendikalardaki (ek ödemeler hariç ortalama 25 bin olan) astronomik yönetici maaşlarına dayanan düzeni ve yöneticilik konumunun sağladığı sosyal rantın keyfe keder kullanımını doğası gereği engelleyecektir.
Mesela DİSK/Genel-İş Sendikası Genel Merkezi, sendikaların sağladığı ekonomik ve sosyal rantın devamı için, şube yönetimlerini belirleme, herhangi bir şubeye bağlı bir işyerinde yapılacak işyeri temsilci seçimlerine müdahale etme, seçimler sırasında işçileri tehdit etme gibi olumsuz sendikal pratikler sergiliyor. Böylesi pratikleri ilke haline getirmiş olan Genel Merkez, marifetlerini bu yılın başlarındaki Kadıköy ve Maltepe grevlerinde de göstermiş ve TİS imzalama yetkisine dayanarak, CHP belediyeleri ve CHP Genel Merkezi’yle olan göbek bağını, işçilerin iradesini kurban ederek sürdürmüştür. CHP belediyelerinin işveren sendikası SODEMSEN’in bu manevi üyeleri, sendikal konumlarını sürdürmek için grevi satmak zorundaydılar. Sattılar! Sendikal karnesi olumsuz pratiklerle dolu olan bugünün DİSK’i, işten atılan üyelerinin örgütlediği hiçbir direnişle bağ kurmamış ve üyelerini yalnız bırakmıştır. Bu konularda özellikle Genel-iş yöneticilerinin ellerine kimse su dökemez. Bugünlerde devam eden Şişli Direnişi’nde direnen üyelere sahip çıkmak bir yana; DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin düzenlediği eylemde tertip komitesi tarafından işçiler polise teslim edilmiştir. Bu rezalet tutum, Genel-İş’in sendikal mücadele tarihine de ihanetidir.
Elbette ki Genel-İş, yöneticiler ve yöneticilerin olumsuz sendikal pratiklerinden ibaret değildir. Genel-İş’te yöneticilerin sendikayı nasıl sarılaştırdığını gören binlerce işçi ve binlerce işçinin iradesiyle seçilmiş, Genel-İş’in kaderinin değiştirilmesi gerektiğini düşünen yüzlerce işyeri temsilcisi var. Bu işyeri temsilcilerinden Garip Karatay ve Yücel Karatay, yukarıda sıraladığımız olumsuz pratikleri eleştirdikleri için DİSK Ege Bölge Başkanı Memiş Sarı’nın emri üzerine Genel-İş İzmir 2’Nolu Şube Yönetiminin kararıyla temsilcilikten alınarak disiplin kuruluna sevk edildiler. Kendileriyle yaşadıkları süreci konuştuk.
Konuyla ilgili siz kendi sosyal medya hesaplarınızdan bir paylaşım yaptıktan sonra çeşitli internet haber sitelerinde yaşadığınız sorun gündeme getirildi. Temsilcilikten alınma ve disiplin kuruluna sevk edilmenize sebep olan neydi? DİSK Ege Bölge Başkanı Memiş Sarı Gazete Duvar’da çıkan haberde kimseyi görevden alma yetkisinin bulunmadığını ve kimseye hakaret etmediğini söylemiş. Memiş Sarı’nın Gazete Duvar’daki beyanı doğru mudur?
İzmir Büyükşehir Belediyesi Temsilcisi Garip Karatay ve İzfaş Baş Temsilcisi Yücel Karatay:
Öncelikle; Umut-Sen, Başkent Postası, Gazete Duvar, Pravda Gazetesi’ne ve haberi yapan başka sitelere, sesimizi duyurarak bizlere gösterdikleri dayanışma ve destek için teşekkür ederiz.
Temsilciliğimizin düşürülmesi konusuna gelince, bizler yalnızca şube yönetiminin belirlenmesinde demokratik bir süreç işlemesi için fikir beyanında bulunduk. Yeni açılacak şube yönetiminin atama ile değil, temsilcilerin kendi arasında seçeceği beş kişiden oluşmasını ve bunun Genel Merkez tarafından onaylanmasını istedik. Bunların konuşulduğu toplantıda Memiş Sarı’nın bize sarf ettiği cümlelerden de anlaşılıyor ki, Genel-İş’te demokratik bir sendikal anlayışın yer almaması için özel bir çaba harcandı ve bizim temsilciliğimiz düşürüldü. Çünkü bizim sendikal anlayışımızın yeni açılacak şubede hâkim olması mevcut yönetimin koltukları kaybetmesine neden olabilirdi, tehlikeli gördükleri de bu.
Memiş Sarı’nın Gazete Duvar’daki beyanı bize göre doğru değil, çünkü Genel-İş 2’Nolu Şube’nin bize ilettiği yazıda, Memiş Sarı’nın şikâyetinin göz önüne alınarak temsilciliğimizin düşürüldüğüne dair açık bir vurgu vardır. 2’Nolu Şube Yönetim Kurulu, bizi dinlemeden hatta savunma bile istemeden temsilciliğimizi düşürdü. Siz buradan ne anlarsınız? Biz Memiş Sarı’nın açıkladığımız sebeplerden dolayı açık talimatı olduğunu düşünüyoruz.
Genel-İş içerisinde sizin gibi mücadele eden, şube bütçesinin şeffaflığını savunan, astronomik yönetici maaşlarına ve profesyonel sendikacılığa karşı çıkan başka işçiler ve işyeri temsilcileri var mı? Varsa sizin yaşadığınız soruna nasıl yaklaşıyorlar?
Elbette var. Bizim yüzde yüz haklılığımıza inanıyor ve bizimle hareket ediyorlar. Fakat ne yazık ki Genel-İş içeresinde işleyen farklı bir mekanizma var, bize yapılanın ortada olduğu gibi benzer bir tarzın uygulandığı birçok temsilci var. O yüzden açıktan tutum alamayan, başlarına bir şey gelmesinden korkan arkadaşlarımız var. Günümüz koşullarında bir işçinin sendikayı karşısına alması, kendi ya da çalışma arkadaşının haklılığını savunması kolay değil. Türkiye’deki birçok olumsuz sendikal pratikleri görüyor, duyuyor izliyor ve bu yüzden açıktan tavır alamıyorlar. Genel-İş yöneticilerinin aldığı astronomik maaşlara karşı çıkan ve şube bütçelerinin şeffaf olması gerektiğini savunan bir düzey işçi birikmiş durumda ama işçilerin bu tepkisini örgütleyecek mekanizmaları henüz oluşturabilmiş değiliz.
Sizin yaşadığınız sorun açısından bakarsak DİSK’teki bu işçi iradesinin yok sayan, bir grup profesyonel maaşlı sendikacının karşısında, DİSK’i mücadeleci, işçi iradesinin hâkim olduğu bir konfederasyon haline getirmenin yolu hala mümkün mü? Sendikalarda meclis ve komite anlayışına dayanan örgütlenme tarzını geliştirecek pratik ve fikri bir zemin oluşabilir mi? Nasıl bir sendikal mücadele tarzı istediğinizi, tüzük ve ilkeleri de kapsayacak şekilde, bütün üye işçiler arasında yaygınca tartışmanın olanağı yaratılamaz mı? Sendika tüzüğünün demokratikleştirilmesine dönük temel öneriler etrafında, sınıf sendikacılığını tanımlayan ilkeler ortaya çıkarılıp ve bu temel ilkeler etrafında uzun vadeli bir program oluşturmanın ve uygulamanın bir zemini var mı? Böyle bir çabanın hem Genel-İş tarihinde hem de üyeler arasında güçlü bir karşılığı muhakkak olacaktır. Mesela bu yönde sizin gibi düşünen işçilerle ileri bir adım atmayı tartıştınız mı?
Aslında sorun, profesyonel sendikacılık adı altında dönen büyük paralar ve olanaklar. Maalesef bu olanakların tadına varanlar, sendikacı olmaktan çıkıp patron yanlısı oluyor ve sınıf sendikacılığından uzaklaşıyor. İşçilikten gelen birinin, işçilere yabancılaştığı bürokratik sendikal anlayışla mücadele etmek ve onu değiştirmek zorundayız. Çünkü bu astronomik ücretler sendikacılığın bir meslek gibi icra edilmesine neden oluyor. Hal böyle olunca, yöneticiler kendi ikballeri için mücadele, ilke, demokratik teamüller vb. gibi anlayış ve davranışlardan uzaklaşıyorlar.
Bu yaklaşım sadece Türkiye’de değil, dünya genelinde nerdeyse tüm sendikalarda hâkim olan anlayış. Bizim anlayışımıza uygun kurulmuş sendikalar var, bu anlamlı bir çaba ama yeterli değil. Günümüzde, sınıf sendikacılığı anlayışının yerini burjuva sendikacılığı aldı. Burjuva sendikacılığıysa, grev kırıcılığına neden olacak ve işveren ile ters düşmemek adına örgütlü olduğu sınıfı ayaklar altına alabilecek anlayış. Bu durum da sınıf içeresinde eylemselliği ortadan kaldırır ve sınıfı atıl duruma düşürür. Bizler, burjuva sendikacılığı anlayışını ortadan kaldırmak için komite, konsey ve meclisler anlayışının hâkim olduğu, tüm işçilerin elini taşın altına koyduğu, katılımcı bir sendikal anlayış inşa etmeliyiz. Bu anlamda DİSK’i de fabrika ayarlarına geri döndürme zemini kuşkusuz ki var. Zor ama imkânsız değil. “Söz, yetki, karar iktidar halka’’ sloganını sendikal anlayışımızın tam ortasına yerleştirmeliyiz.
Burjuvazi geçmişte sendikalara doğrudan fiziki olarak varlığını yok edecek müdahalelerde bulunuyordu. Şimdi buna yeni nesil sendikacılığı ekledi. TİSK ve patron örgütleri birlikte, Türk-iş, Hak-iş, DİSK gibi konfederasyonları “Birlikte Türkiye Mümkün” şiarıyla düzenlenen Ortak Yaşam Forumlarına katarak, kendine doğru içeriyor. İşçi sınıfının mücadelesinin tarihsel kazanımları ve bu mücadelenin ilkeleri DİSK’in bu tutumuyla heba ediliyor. Bu konuda işyeri temsilcisi olarak ne söylemek istersiniz?
Ne yazık ki bugün sermayenin sınıf sendikacılığını bitirmek için izlediği yol ve politika işe yaramış gibi duruyor. Ve sendikalar ortada hiçbir sorun yok edasında tavır sergiliyor. DİSK’i tam da burada eleştiriyoruz. DİSK’in tarihsel duruşu ve ödediği bedeller ortadadır ve buna göre hareket edilmelidir. Düşüncemiz nettir: Sermayeden, patrondan işçiye dost olmaz. Uzlaşmacı sendikacılıktan bir an önce kurtulmak gerekir. Sürekli işveren ile kol kola, boy boy fotoğraflar paylaşarak bu iş olmaz, sendikacı dediğin işçinin hakkı için kavga edendir.
Son olarak, Genel-İş’e üye işçilere ve işyeri temsilcilerine yukarıda anlattığınız olumsuzluklar ve önerileriniz ışığında ne söylemek istersiniz?
Genel-İş’e üye işçiler olarak, Genel-İş’e bağlı tüm şubelerde yukarıda önerdiğimiz biçimde yan yana gelecek, sınıfın çıkarlarını kendi çıkarlarının önüne koymayacak, sınıf mücadelesini sendikal alanla sınırlı görmeyecek bir anlayışı hep birlikte inşa edelim. İşçilerin her türlü direnişini önemseyen ve büyüten, AKP ve patronların işçi sınıfına karşı saldırılarına göğüs geren bir sendikal anlayışı kurmak için mücadele edelim. DİSK’i rant kapısı haline getiren sarı-bürokratik sendikalarla mücadele edecek ve 15-16 Haziran ruhuna geri döndürmek için bedel ödeyecek bir anlayış için tüm öncü/devrimci işçi kardeşlerimizi örgütlenmeye ve mücadeleye çağırıyoruz. Ancak yukarıda bahsettiğimiz ilkeler çevresinde kenetlenmiş, aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya bu ilkelerle sarmalanmış bir DİSK, tarihsel mücadeleci çizgisini unutmadan, bugünün mücadele biçimleri ışığında işçi sınıfı için bir umut olabilir. Ancak o zaman, gür bir sesle “Yaşasın DİSK!” demenin bir anlamı olabilir.