Pazartesi, Aralık 2, 2024

Tarihin ilk sanal göçü üzerine

Dünyanın en popüler haberleşme platformu WhatsApp’ın 4 Ocak’ta elindeki bazı verileri Facebook’la paylaşacağını ve buna ilişkin sözleşmeyi kabul etmeyenlerin uygulamadan çıkarılacağını açıklaması, milyonlarca kullanıcının mahremiyetin kaybolacağı endişesiyle benzer uygulamalara geçmesine ve böylece tarihin ilk sanal göçünün gerçekleşmesine neden oldu. Oysa WhatsApp malumun ilamından (bilinenin bildirilmesinden) öte bir şey yapmıyordu. Şirket zaten bir medya tekeli olan Facebook tarafından 2014’te satın alınmıştı ve artık elindeki verilerin sahibi değildi. Öte yandan her türlü kâr olanağının titizlikle hesaplandığı koşullarda bir şey bedavaysa,  sanal ortamda bunun “kullandığın şey sana satılmıyorsa satılan sensin” anlamına geldiğini, az çok herkes biliyordu. WhatsApp’ın açıklaması bu ikiyüzlülüğe son verdi. Tepkiler üzerine şirket geri adım atarak, yeni sözleşmeyi kabul etme süresini Mayıs Ayı ortasına kadar uzattı. Tüm bu yaşananların iyi yanı; güvenli iletişim, kişisel verilerin korunması gibi konuların tartışılmasını sağlaması oldu.

Geçen yıl Şubat Ayında yayınlanan “Digital Türkiye 2020” raporuna göre ülkede 54 milyon sosyal medya kullanıcısı var. 16-64 yaş arasındakilerin yüzde 89’u akıllı telefon, yüzde 67’si bilgisayar kullanıyor. 62 milyon 700 bin kişi günde 7 saat 29 dakikayı internette ve bunun 2 saat 51 dakikasını sosyal medyada geçiriyor. 35 milyon 200 bin kişi e-ticaret müşterisi ve yılda kişi başı 158 dolar harcıyor. Sanal ortam en büyük pazar durumunda. Telefon ya da bilgisayarın tuşuna bastığımız anda potansiyel müşteri olarak pazara giriyoruz. Ortamı ne kadar çok kullanırsak, yalnızca kendimiz değil, çevremizdekiler hakkında da o kadar çok bilgi bırakıyoruz. Satış yapıp kârı gerçekleştirmek için bunlar işleniyor. İşlenmiş veriler yalnızca müşteri kazandırmaya yaramıyor, üretimin planlaması amacıyla da kullanılıyor. Dolayısıyla alışveriş yapmasak bile kimlik bilgilerimiz ve internet kullanma alışkanlıklarımızla ilgili veriler üzerinden, yani bizim sırtımızdan ticaret yapılıp, kâr ediliyor.

Müşteri hakkında bilgi toplamak ticaretin kendisi kadar eski olsa da,  bugün bunun farklı bir anlamı daha var. Bazen buna “gözetleme kapitalizmi” deniyor ama bu ifade gerçeği tam olarak yansıtmıyor. İçinde olduğumuz durum, her şeye muktedir bir gücün biz yurttaşları sinek gibi görmesine benzemiyor; tersine, kapitalizmin kendi kendini iyileştiremeyen bir hastalık misali sürekli büyümesi sonucu yaşanıyor. Örneğin eskisi gibi malı maliyetinin üzerinde satarak kâr etmek yetmiyor; kapitalizm yapısal krizini denetim altında tutabilmek için tüm kurumlarıyla sürekli olarak en düşük maliyetle, en yüksek kârı, en kısa sürede sağlamak için çalışıyor. Müşteri sayısı, tercihleri, bunların nasıl değiştirileceği, malın ne zaman satın alınıp ne kadar kullanılacağı vb. veriler ne kadar çabuk ve ayrıntılı öğrenilirse; işletmeler fazladan hammadde alımı, depolama, nakliyede zaman kaybı vb. maliyet arttırıcı etkenlerden o ölçüde kurtuluyorlar. Üretimi buna göre planlayıp hem rakiplerini alt ediyor ve hem de bir bütün olarak sabit sermaye harcamalarını en aza indirerek, kâr oranını yükseltebiliyorlar. Sanal ortam, kapitalizmin bu amaçlarına ulaşmasını hem kolaylaştırıyor, hem de artan kârlarla birlikte sorunlarının da büyüyüp yayılmasına neden oluyor.

Sermayenin yeniden üretiminin kriz dinamiği zemininde gerçekleşmesi için yapılanlar kapitalizme süreklilik kazandırırken, toplumsal yaşamda sayısız istikrarsızlıklara yol açıyor. Dolayısıyla ezen ve ezilenler arası çatışmaların yanı sıra, ezenlerin kendi aralarındaki rekabet de artıyor. Tarihsel rolü gereği toplumsal yaşamı denetleme ve düzenleme ayrıcalığını elinde tutan devlet bu noktada devreye giriyor. Devletler geleneksel olarak adım atacakları alanla ilgili önceden bilgi edinirler, buna yurttaşlar hakkındaki bilgiler de dahildir. Sonuçta devlet yurttaşın yaptığını bilmekten çok, bilmezse rahatsız olur. Bugün 52 milyon kişi “e-devlet” uygulaması kullanıyor ve yalnızca bunun üzerinden toplanan bilgilerin bile,  şirketlerin topladığından fazla olduğu söylenebilir.

Herkes mahremiyetin kaybolacağı, kişisel verilerinin kendine karşı kullanılacağı endişe içinde ve bunda da haksız sayılmazlar. Sanal ortam karşılıksız bir hediye değil,  ideolojik bir aygıt ve hayatın geri kalanı gibi burada da bir hegemonya mücadelesi var. Ortamdan yararlanan ve yazılım uzmanı olmayan biz sıradan yurttaşlar, konunun teknik yanı hakkında fazla bir şey söyleyemeyiz. Ancak özel mülk olan ve içeriği gizli yazılımlar yerine, açık ve özgür olanları tercih ederiz. Yine de bu uzun ömürlü bir güvence değildir. Çünkü yalnızca bizim işimize yarayan değil, casus yazılımlar da üretiliyor. Ve bunların en büyük alıcısının devletler olduğu biliniyor. Öte yandan hukuksal düzenlemeler de yeterince güvence sağlamaz. Sonuçta hukuk, ancak eşitler arasında işletilebilir. Şirketler ve devletler rekabet ederken birbirlerinin açıklarını yakalayarak ifşa edebilir ve belki bu tür tepişmelerden geçici sürelerle yararlanabiliriz. Ama tekellerin egemen olduğu bir dünyada bunun nadiren görüleceği de açıktır.  Elbette çare internet kullanmamak ya da sürekli otosansür uygulayarak kullanmak olamaz, sonuçta hiçbir gizlilik çabası sonsuza dek güvenli değildir. Çare, örneğin WhatsApp’da konuşulanı gündelik hayatta da söyleyebilmektir. Bu paranoya ortamından, ancak herkesin eşit ve özgür iletişim kurabileceği bir dünya yaratarak çıkılabilir. Unutmayalım, açıklık en iyi gizliliktir. Açıklıktan ancak özel çıkarlar peşinde koşanlar korkar.

Son Eklenenler