Salı, Nisan 23, 2024

‘Sermayenin iç savaşı’ ve sosyalist stratejiye dair

Çok basitçe iki köşeli soruya yanıt verelim: şu an bir asgari programa, bir geçiş programına ihtiyacımız var mı, böyle bir programı önermezsek sermaye sınıfının şu an “savaşan iki” fraksiyonundan birinin fiilen kuyrukçusu olur muyuz? Her iki soruya da yanıtımız hayır. Bu soruları bize düşündürten sevgili Ümit Akçay, Mehmet Baki Deniz ve Hakkı Özdal’ın birlikte ve ayrı ayrı yazdıkları ile beraber konuşmaları. Geçen hafta içinde onlar, özellikle yeni TÜSİAD raporundan sonra, iki ana sermaye fraksiyonu arasında bir iç savaştan ve bu savaşta kuyrukçu durumda kalmamak için solun (esas olarak da ekonomi alanında) alternatif siyasa önerileri geliştirmesi zorunluluğundan bahsettiler. Biz sosyalist strateji tartışması deyince önceliğin farklı olması gerektiği kanısındayız.

Özellikle Ümitlerin kuyrukçuluğa dair uyarısı akademide konuşlu olan bazıları, ayrıca bu biçimde konuşlanmış olanların doğal hinterlandında bulunan kimileri için gerçek ve yakın bir tehlikedir. Bunu yadsıyan kendini kandırır. Bununla birlikte şu içinden geçtiğimiz dönemde başka bir dostumuzun Ali Ekber Doğan’ın şu satırları bizim sahadaki deneyimimize daha uygun bir programatik öncelik ortaya koyuyor. “Kent merkezlerinde yaşayıp, ağırlıkla temsil siyasetiyle meşgul olan, Hinterland’da ya da kentin çeperlerinde yaşayan emekçileri en fazla Trump’ı, neo-faşist partileri desteklediğinde damgalamak için hatırlayan, Fransız bayraklarıyla akaryakıttan alınacak çevreci vergileri protesto eden “Sarı Yelekliler”i gördüğünde ateş püsküren tuzu kuru solculuk dışında bir bakış geliştirilme”si. Ve “Çoğu zaman burjuva-küçük burjuva normlara çağrı üzerinden işleyen “temsil siyaseti” yerine, yoksullaştırılmış işçi-işsiz ama her şeyden çok mülksüz emekçilerin sokak çeteleri-taraftar grupları vb. içinde devinen toplulukçu öfkelerinin, yeni bir komünist siyasetle örgütlenip, yol kesme, işgal, grev, blokaj gibi etkili eylemlerle hayatın gündelik akışını durduracağı güç siyasetine dönülmesi”.

Sosyalist stratejinin bugünkü önceliği Türkiye’nin içinde bulunduğu ve emekçilerin üstündeki sömürü ve tahakküm mekanizmalarını kısmen de olsa zayıflatacak siyasal ve iktisadi programın köşe taşlarını tartışmak ne yazık ki değil. Bu muhayyel program arkasında harekete geçireceğiniz emekçi kitleler yok, programınızın içeriği sınıfın güncel ihtiyaçlarına ne kadar uygun olursa olsun yok. Bir programın emekçi kitleler arasında ajitasyonunun yapılmasından önce bu ajitasyonların sahiplerinin o kesimlerle gerçek bir güven ilişkisi tesis etmeleri gerekiyor. Dün belki öyleydi, ama bugün taşıdığınız sosyalist sıfatı onlarla zaten bir ilişkiniz olduğunu varsaymanızı mümkün kılmıyor. Bunu, Protestoculuk Üzerine yazısında şöyle belirtmiştik: “sınıf öfkesiyle dayanışmayan bir emek mücadelesi iddiasının günümüz işçi hareketiyle bağ kurması mümkün değil. Kartvizitinizde yazan sosyalizm yaftasının size ayrıcalık sağladığı bir dönemde değil bir ideolojik gerileme dönemindeyiz. Bugün yanınıza gittiğiniz işçi sizi anlattığınız siyasi programla değil bu tür pratiklerle dayanışma iradenizle yargılıyor”.

Emekçilerin öfkesi ve bunun yarattığı yıkıcı (bazen kendileri için de) eylemliliklerde onlarla yan yana yer alacağınız bir pratik geliştirmek önceliktir. Bu eylemliklerin her zaman sınıf düşmanına yönelik, olabildiğince en akılcı yordamla ve mümkünse sert bir yönelimle oluşmasını sağlamak, farklı ve olabildiğince çok yerelde eş zamanlı gerçekleşmesi için çabalamak ve bunların aynı sesle konuşmasını sağlayacak bir mücadele programı oluşturmak daha acil ihtiyaçtır. Aynı zamanda bu kesimler içinde şovenizm başta olmak üzere sağ eğilimlerle de eylemli ve planlı bir biçimde, toptancı ahlaki yargılamalara düşmeden, mücadele etmeliyiz. Bunun için çabalamak önceliktir ve ihtiyacımız böyle bir mücadele programının oluşturulmasıdır. Sınıfın programı halkımızı kurtaracaksa, halkımız önce sınıfın örgütlü eyleminin oluşmasını beklemek durumunda. Aşamacılığa, onu gördüğümüz her yerde önünü arkasını düşünmeden, karşı çıkmayı kendimize şiar edinmiş olsak da şunu söylemeliyiz: Bu mücadele programı (eski deyimle halka doğru gitme programı) olmadan önereceğimiz ekonomik ve siyasi program niyetimiz ne olursa olsun Millet İttifakı’na akıl verme nafile çabasının beyhudeliğinde nefes tüketmek olur.

Aslına bakılırsa şu sermaye iç savaşına dair de Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’ini nasıl anlamalıyızdan başlayabilecek bir itirazımız daha var. Bir tarafında TÜSİAD diğer tarafında MÜSİAD’ın olduğu, MÜSİAD’ın Cumhur İttifakı hükümetince temsil edildiği bir çatışma anlatısı toplumsal olgunun hakikatle bağının neredeyse kopacak kadar teorize edilmesi gibi duruyor. Bu konuda iktidarın kamu politikası uygulamalarının ex post facto değerlendirilmesi ve bazı basın demeçleri dışında bir şey görmüyoruz ve ilişkisel olguların somut analizinden koparılıp “sınıf ilişkileri analizinin metafizik permütasyonlara indirgenmesi”ne dair o eskimeyen uyarıyı hatırlıyoruz. Fakat esas önceliğimiz bir mücadele programı olmalı deyip Türkiye’nin sorunlarının çözümüne dair bir işçi sınıfı programını bile ertelemek gerektiğini vurgulamak üzerine kaleme alınan bir yazıda bu tartışmayı gündeme getirmenin konuyu (bu defa bizim tarafımızdan) esas odağından saptırmak olacağını düşünüyoruz. Son olarak Türkiye sosyalist hareketi pek çok olumlu özelliğini son otuz yılda müsrifçe kaybetmiş olabilir ama hala değerli aydınları var, onlara müteşekkiriz.

Son Eklenenler