Salı, Nisan 16, 2024

Sendikaları işçi önderleri yönetmeli, mesleği sendikacılık olmuş çürük yumurtalar değil!

Sınıf mücadelesinin doğasıdır değişim, dönüşüm. Yenilgi, zafer, pata kalmak fark etmez bunların hepsi değişim, dönüşüm yaratır. Üstün olan kendi parametrelerini kendi araçlarıyla devreye sokar, dayatır. Geçmişe ait normlar, kurallar, yasalar üstünün kudretinin kalibrasyonuna göre ağır ya da hızlı değişir, dönüştürülür. Yenilen de gücünün nesnelliği oranında kendini sınırlamaya dönük geliştirilen politikalara karşı direnç geliştirmeye, yeni nesnelliğine uygun müdahale ve savunma kurumları inşa etmeye çalışır. Ama sınıf kavgası her yeni durumda kesintisiz sürer. O yüzden işçi sınıfının ideolojik, politik yenilgisine yol açan tarihsel, yapısal süreçlerin doğal bir çıktısı olarak işçi sınıfının geleneksel kurumlarında dönüşümler yaşanıyor. Bu yazıda bu dönüşümü Türkiye ölçeğinde sosyal sermaye olgusu ve aidat yağması teknikleri bağlamında irdeleyeceğiz.

Egemenler sendikaları çok uzun yıllardır sermayenin emeği tam boyunduruk altına alması hakikatine uygun bir nizama kavuşturdu. Sendikal alanda eski gayri resmi nizam artık resmi nizamdır. Özellikle kamuda kadrolu işçiliğinin tasfiyesine paralel AKP dönemindeki esnekleşme politikalarıyla özel sektörün düşük ücret düzeyi çıkan kanunlarla norm haline getirilirken, 2012’de işçi sendika arasındaki elden aidat ilişkisinin kesilmesi, e-devlet sistemiyle devletin tüm işyerlerindeki sendikalaşmayı izleme ve fiilen engellenme hakkına sahip olması, işçi sendikalarının yönetimlerini devlet ve özel patronların belirlemesini kolaylaştırdı. Dolayısıyla sendika yöneticileri patronların ve devletin yüksek ücretli, itaat ettikçe Ankara’da itibarı artan, mali açıdan işçiden özerk memurlarına dönüştürüldü.

Aidatlar, sınıfın içinden dönüştürülen soytarılar aracılığıyla işçileri bastıran bir haraç hatta yağma aletine dönüştürülürken, hizmet ödeneği ve ödülü, yurtiçi-yurtdışı yolluk, eğitim, örgütlenme, konaklama ve benzeri giderler, makam tazminatları gibi kalemler üzerinden maaş dışı aidat yağmalarına yasal kapı aralandı. Tanıdık yeminli mali müşaviri olan her sendika her türlü pisliğini faturalar temin ederek resmileştirebiliyor. Çünkü seçimle konumunu kaybedeceğini hisseden yönetici yasanın sunduğu “seçim ya da atama” seçeneklerinden atama tercihini kullanmayı bildi, biliyor.

Örneğin Şişecam’da örgütlü Kristal-İş’i 18 yıldır yöneten, 2 milyonluk Audi’ye binmesiyle daha önce gündem olmuş olan Bilal Çetin, kendine muhalif olan, açık yağmayı, yolsuzluklarını dile getiren bir işçi Eskişehir Şubesi’ne başkan seçilince şubenin işyerlerine temsilcileri kendi atadı, seçim yaptırmadı. Yetmeyince şubeyi görevden aldı, mahkemeyle tekrar geri dönünce tekrar görevden aldı, tekrar mahkemeyle geri dönüp seçilmiş delegeleri genel merkezce kabul edilmemesine rağmen genel başkan aday olma cüreti gösterince de aynı kongrede bu işçi önderi ihraç edildi. Bu kararın alındığı kongrenin divanında sarı sendika TOLEYİS’in başkanının yanı sıra Türk-İş’in muhalif sendikaları TÜMTİS ve Deri-İş’in başkanları oturuyordu, şahittirler rezalete.

Depodan PTT taşeronlarına, metalden marketlere, kimyaya, madene, tekstile her türlü direniş ve örgütlenme çabasında ağırlıklı olarak milliyetçi muhafazakâr eksenin kuşatması altında yaşayan işçi kardeşlerimizle çalışıyoruz. Bu kardeşlerimiz istisnasız bir biçimde Hak-İş ve Türk-İş’in işçi düşmanı konumunu her geçen gün giderek daha fazla fark ediyor ve söylüyorlar ama DİSK’e dair de daha olumlu bir algıları yok. Örneğin Soma’lı tüm maden işçileri DİSK’in Dev Maden Sen’inin ihanetini deneyimlediler ve bugün o sendikanın Türkiye’nin bu en büyük maden bölgesinde temsilciliği kalmamıştır.

Belediyelerde, kamuda çalışan taşeron işçilerin neredeyse tamamı buralarda örgütlü tüm sendikaların (işkolu barajı altında olan birkaçı dışında) sınıf ihaneti içinde olduğunu düşünüyor. Kamuda ve belediyede sendikaları yöneten siyasettir. Örneğin Genel-İş sendikasının yeni yönetimine, Oğuz Kaan Salıcı’ya yakınlığıyla tanınan CHP il başkan yardımcısı Nevzat Karataş ya da İzmir’de Aziz Kocaoğlu’na yakınlığıyla önceki yönetimde yer alan Cafer Konca’nın yerine Tunç Soyer’e yakınlığıyla bilinen Seferihisarlı Şükret Sevgener getirildi. Evet “seçimler oldu”. Bu satırların yazarı genel kurul olmadan iki ay önce sosyal medyadan bu isimlerin yeni yönetime “seçileceğini” yazdı, seçildiler yazılanlar yerinde duruyor. Sendikalarda seçim böyledir ve beteri de vardır. Mesela sarı sendika Türkiye Maden-İş’e jandarma gözetiminde ve işveren eşliğinde işçilerin eline zarf tutuşturularak seçim yaptırılır.

Mali ödüllerin yani sıra bu sendikacı takımı önceki büyük hizmetleri karşılığında çeşitli partilerden vekillik, belediye başkanlığı, büyük B.İ.T ya da K.İ.T yöneticiliği ödülleri de alırlar. Yine buralarda yönetici olan sendikacı takımının işe insan yerleştirme hünerlerine dair efsaneler de çoktur.

İşçi örgütlülüğüyle haşır neşir olan herkesçe bilinen bu olayları anlatırken gelmek istediğimiz nokta ise şudur. Hak-İş bugün bir sınıf örgütü değil devletin işçi hareketini kontrol mekanizmasıdır. Türk-İş yönetimi hızla Hak-İş’in yanına koşmakta ama tarihten getirdiği kimi gelenekleri ve bu gelenekte ısrar eden birkaç sendikanın varlığı ve kuşkusuz Metal Fırtına gibi sınıf “sürprizleri” ya da açlık korkusunun ortaya çıkışıyla aşağının kendilerini koltuklarından edebilecek yeni kalkışmalara başvurmasından duydukları korku gene de bu hızı düşürmektedir. DİSK ise daha önce belirttiğimiz gibi tarihiyle ilkeler ve anlayış düzeyinde kopmuş, demokratların birliği ekseninden dolayımlarla egemenlerin nizamına entegre olmuş bir yapıdır. Bu durum ne yazık ki solun geniş kesimlerinin onayı “sağlanarak” başarılmıştır. Kendisi de doksanlar sonrası aşınan sol, bu kötüye gidişin sorumluları arasındadır.

İşçi sınıfının DİSK’e ihtiyacı vardır ancak bu hantal, think tank mi sendika mı belli olmayan DİSK’e değil, Kemal Türkler’in, Rıza Kuas’ın DİSK’inin bugünkü sürümüne. İşçi sınıfının çevik, bürokratik olamayan sınıf bağımsızlığı, sınıf dayanışması ve öz örgütlülükle hareket eden yapılara, merkezlere ihtiyacı var. Dünyada da, ülkemizde de yeni dönemin mücadelelerinde neoliberal küreselleşmenin zafer kazanırken gömdüğü eski yapıları yenileriyle ya da yeni örneklerle ikame etmeliyiz, çünkü önümüzdeki dönemin mücadele ve direnişlerinin sonucunu eksikleriyle ya da fazlalıklarıyla bu yapılar belirleyecek. Sendikalara sirayet etmiş en büyük zaaf ise, mesleği sendikacılık olmuş çürük yumurtalar ile bunların şakşakçılığını solculuk sananlar olmuştur. İşçiler omuzlarında bir yük olan bu sendikaları ve bu sendikal anlayışı er ya da geç atıp bu yükten kurtulacaklardır. Bunlardan kurtulacağız, hepsinden!

Son Eklenenler