Perşembe, Nisan 25, 2024

Ne bitmez türban tartışmasıymış

Yılın son günlerinde ana muhalefet partisi eski bakanlarından Fikri Sağlar’ın Halk tv’de türbanla ilgili söyledikleri üzerine, iktidar partisi orantısız biçimde atağa geçerek yeni bir türban tartışması başlattı. Sağlar kendini savunmak için yaptığı açıklamada da belirttiği üzere, konuşmasında türbanlı bir hâkimin kendisi hakkında adil karar vereceğinden kuşkulu olduğunu dile getiriyordu. Buna göre devletin herkese eşit ve adil olması, görevlilerin tarafsızlığını gösterir bir giyim kuşamla yakından ilgiliydi. İktidar partisi; zaten izlediği politikaların işsizlik ve yoksulluğu arttırdığı, oylarının düştüğü ve söyleyecek söz bulamadığı koşullarda; Sağlar’ın konuşmasını gollük bir pas olarak değerlendirdi. Tıpkı ilk iktidar günlerindeki gibi yeni bir “millî ve manevî değerler” tartışması açarak, bundan yararlanmaya girişti. Ve iş burada da kalmayıp, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Sağlar hakkında “halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama” suçlamasıyla bir soruşturma başlatıldı. Öyle görünüyor ki, konu lüzumu halinde ısıtılıp ısıtılıp tekrar önümüze getirilecektir. Ancak konunun başka bir yanı daha var: Elbette görüş açıklamak suç değil. Ama muhalif bir konuşmacının bunca eleştiri imkânı varken lâfı türbana getirmesini de anlamak zor.

Yakın zamana dek ana muhalefet partisi Sağlar gibi düşünüyor ve türbana toptan karşı çıkıyordu. Ancak son yıllarda görüş değiştirerek, başörtülü kadın adaylar bile göstermeye başladı. Dolayısıyla Sağlar partisinin resmî yayın organı Halk tv’de konuşurken ülke yönetiminden çok, kendi parti yönetimini eleştiriyordu. Nitekim Kılıçdaroğlu da kimsenin kılık kıyafetiyle ilgilenmediklerini söyleyerek, bu eleştirinin muhatabı olduğunu dolaylı biçimde ifade etti. Ne var ki iktidarın bu ayrıntılarla uğraşmaya niyeti yoktu ve muhalefetin “inancı hor görmesinden” başlayarak “faşistliğine” kadar uzanan bir karşı eleştiriye girişti. Bütün bu yaşananların anlamı, iktidarıyla-muhalefetiyle asıl sorunlar karşısında çaresiz kalanların, toplumun dikkatini önemsiz konulara çekmek istemesiydi.

Söz ve davranışlar gibi kılık kıyafet de kendimizi ifade etme ve başkalarıyla iletişim kurmanın bir yoludur. Türbanın bir kimliği göstermesi gibi, türban takmamak da başka bir kimlik göstergesidir. Ve türbanlı olmak ya da olmamak da kendi içinde birçok alt anlam taşır. Sonuçta toplum çoğunluğunu oluşturanlar yıllardır emeğinin karşılığını istemek, vergisinin hesabını sormak, yönetenlerin kararlarını eleştirmek gibi haklardan mahrum yaşıyor ve bu baskılar altında kendini dolaylı yollardan, genellikle din ve milliyetçilik aracılığıyla ifade ediyor.  Kâğıt üstünde birçok hak ve özgürlük var gibi görünse de, gerçekte bütün haklar güçlünün lehine kullanılıyor. Yasalar, adaletsiz bir yaşam düzeninin olduğu tüm toplumlardaki gibi yazılış ve uygulanış bakımından oldukça karmaşık, yargıyı işletmek pahalı ve bu düzensizliği güçlünün lehine yorumlamak oldukça kolay. Dolayısıyla gelir dağılımında uçurumların yaşandığı bu toplumda eşitsizler arasında adalet aramanın ve üstelik bunu yargıçların kılık kıyafetine bakarak yapmaya çalışmanın bir anlamı yok. Üstelik bu duruma, bugüne dek türbansız yargıçların karar verdiği koşullarda gelindi…

Devletler dinsel topluluklardan gelebilecek tehditler varken laik görünseler de, diğer zamanlarda toplumu kendi yönetimleri altında tutmak için dinden faydalanırlar. Bu sırada genel olarak inancı değil, kendi iktidarlarına yarayan dinsel düşünceleri savunur ve toplumda onların yaygınlaşması için çalışırlar. Bize göre mazlumun dili, dini, rengi, cinsiyeti, kısacası kim olduğu önemli değildir; önemli olan, zulme karşı çıkıp çıkmadığıdır. Hiçbir ezilen, başka bir ezileni ayakları altına alarak huzur bulamaz. Eğer ezilenler kendi aralarında kimlik farklılıkları yüzünden anlaşamazlarsa, bunun çözümü ezen ve ezilenler arasındaki varlık-yokluk mücadelelerindeki gibi olmayacaktır;  sorunlarını eşit koşullarda ve hoşgörü içinde çözmeleri her zaman mümkündür. Ezilenlere çocuk gibi davranarak ne giyecekleri, nasıl konuşacakları misali konularda sürekli akıl vermek, onların kendi kendilerini yönetebileceklerine olan inançsızlığın ifadesidir. Bunu yalnızca toplumu kendileri yönetmek isteyen egemenler yapar. Yaşanan tartışmada tarafların ortak noktası da budur…

Son Eklenenler