Salı, Nisan 16, 2024

Mücadelemizde karışıklık, umutsuzluk ve abartının yeri yoktur!

Yoksulluk ve zulüm kanıksandıkça yalnız toplumun değil, solun gündeminden de düşüyor. İşçi, kadın, çocuk cinayetleriyle; zengini kollayan politikalar sonucu salgının hedefine dönüştürülen işçi, işsiz, esnaf, üreticiyle; yoksul intiharları, hayvan katliamları, kâr için yok edilen çevre, zulme direnen Kürt halkı ve daha saymakla bitmez binlerce acıyla; kaderini ezilenlerin kaderine bağlamış bir avuç devrimci dışında ilgilenen o kadar az ki… Toplumun kendi sorunlarına karşı bu duyarsızlığına son günlerde bir de, ülke egemenlerinin kucağında büyümüş bir çetecinin ifşaatlarına gösterilen aşırı ilgi ekleniyor. Sırtını devlete dayayarak var olmuş bu kişinin bugün konuşurken sergilediği özgüvenin elbette bir tripod, kamera ve kendisinden kaynaklandığını düşünmüyoruz, dayanacak yeni bir güç bulduğundan şüphe edilemez. Egemenler arası bir hesaplaşma olarak görülmesi gereken bu gelişme, bir “at değiştirme” vaktinin geldiği anlamı da taşıyor.

Birbirlerini yalanlarken bile yeni itiraflarda bulunan bu güruhun söylediklerinin hiçbiri bizi şaşırtmıyor. Ama düzen muhalefetinin peşine takılıp, ortalığa saçılan bu pislikten bir hayır çıksın diye de beklemiyoruz. Yağmalanan; malımız, canımız, emeğimiz ve çocuklarımızın geleceğidir. Bizden başkası hesabını soramaz. Ülkenin sömürü ve baskı altında tutulan ezilenlerinin mücadelesi er geç bu köhnemiş kapitalist düzenin bütün hesaplarını kapatacaktır; yalnızca buna inanıyor, başka umut taşımıyor ve bunun için çalışıyoruz. Kiminin sinik bir mizahın konusu yaptığı, kiminin korku dalgası yayacak biçimde yorumladığı ifşaatların tozu dumanı arasında, konumumuzu ve eylem kılavuzumuz olan temel bilgileri bir kez daha hatırlatmak istiyoruz:

Solun hatırı sayılır bir kesimi epeydir ezilenlerin, sömürülenlerin mücadelelerine uzak kaldığından, devrimcilik bir yana herhangi bir demokratik değişimin bile nasıl gerçekleşeceğini unutmuş görünüyor. Bu yüzden egemenler cephesinden gelen her hamlede kolayca umutsuzluğa kapılıyor ve asli görevlerine dönüp sömürülen halkın örgütlenmesine destek olacağına, kendiliğinden gelişmelere ya da mucizelere bel bağlıyor. Bu tutumunu haklı kılmak içinse, ‘büyük bir karşı devrim gücü örgütleniyor, ülke batıyor, çare kalmadı’ ve benzeri söylemlerle felâket haberciliği yapıyor. Emekçiler ve ezilenler arasında kafa karışıklığı yaratan ve bağımsız bir güç oluşturma mücadelesine zarar veren bu fikirleri kısaca hatırlayalım:

İslamcılığın yükseldiği günlerden bu yana Kemalistlere yakın davranan “Cumhuriyetin kazanımlarına” sahip çıktığını söyleyen bir kısım sol, sürekli bir din devletine doğru gidildiğini ileri sürerek ve bir “kazanım” olarak gördüğü laikliği savunmak için düzen muhalefetinin peşine takılıyor. Bu tavır, dini kendi çıkarları için kullanan egemenlere karşı etkili olamadığı gibi, solun mütedeyyin emekçi kesimlerle arasına duvar örmekten başka sonuç da doğurmuyor. Kaldı ki bugün eleştirilen duruma, korunması istenen laiklik uygulamaları altında gelindiği de unutuluyor. Başka bir felâket tellallığı ise döviz-faiz dalgalanmaları, işsizlik, borç artışı ve yolsuzluklar yüzünden ülke ekonomisinin batma noktasına geldiği yorumları yapmayı sevenlerde görülüyor. Bunlara göre kriz kapıdadır ve her an her şey olabilir. Oysaki ekonomik sıkıntılar egemenlerin değil halkın hayatında felaketler yaratıyor. Borç ve faiz emekçilerin sırtından ödendiği için, buna karşı durmadığımız sürece piyasalarda devran dönüyor. Sol, bunun için direnişi örgütleyeceği yerde sürekli “batıyoruz” edebiyatı yaparak, denize düşen yılana sarılır misali düzen muhalefetinin peşine takılmamıza hizmet ediyor. Böylece, yıllardır kapitalist uşağı bir hükümetten kurtuluyor, diğerinin gölgesine giriyoruz. “Şeriat geliyor, ülke batıyor” yaygaralarının ardı sıra, düzen muhalefetinin peşinden sürükleniyoruz.

Video ifşaatları üzerine yapılan yorumlar da benzer bir işlev görüyor. Açıktır ki bu ifşaatlar oyları zaten düşen iktidarın önümüzdeki seçimi kaybetme olasılığını arttırıyor. Ama hem suçlamaların ağırlığı hem de bugüne kadarki pratiği yüzünden, iktidarın bu mağlubiyeti kolay kabul edeceği de beklenmemelidir. Bu noktada iktidarın baskıyı arttıracağı, seçimi erteleyeceği, sonuçlarını kabul etmeyeceği, bir iç savaşa gidildiği, belki bir darbenin bile olabileceği üzerine yorumlar yapılıyor. Eğer önümüzdeki süreçte buna benzer gelişmeler yaşanması bekleniyorsa, doğrusu solun gereğini yapması ve buna göre hazırlanmasıdır. Ancak gözlediğimiz kadarıyla, bu farklı yorum sahipleri eylem ve örgütlenmelerinde bir değişiklik yapmayarak, dün nasılsa bugün de aynı biçimde çalışıyor. Hem felaket haberciliği yapıp hem de gereğini yerine getirmeyerek, ölümü gösterip sıtmaya razı etmek misali, bizi düzen muhalefetinin peşinden gitmeye yönlendiriyorlar.

Şunu unutmayalım, 15 Temmuz sonrası devlet örgütlenmesinde, parlamentonun yetkilerinin sınırlanması da içinde olmak üzere önemli değişikliklere gidildi. Ama bütün bunlara rağmen rejim değişmedi ve cumhurbaşkanlığında toplanan yürütme gücü halen seçimle belirleniyor. İstanbul yerel seçiminde de görüldüğü üzere, hukuku hiçe sayan çeşitli müdahalelere rağmen seçimle gelen seçimle gidiyor. Bu, her şeyin ötesinde toplumun yürürlükteki kapitalist düzene rıza göstermesi açısından önem taşıyor. Seçime gitmemek, sonuçlarını tanımamak ya da bu işleyişe bir darbeyle müdahale etmek; hassas bir yapıdaki zor-rıza dengesini egemenlerin aleyhine kolayca bozabilir. Karşılarında Kürt Özgürlük Hareketi dışında önemli örgütlenme düzeyine ulaşmış bir muhalefet yokken, egemenlerin tüm Türkiye çapında açık bir zor kullanmaya yönelmeleri, kendileri açısından akıl kârı değildir. Dolayısıyla bugünkü gelişmeleri “daha kötüye gidiliyor” gibi yorumlamak pek akla uygun görünmüyor.

Önümüzdeki seçimlerin, iktidar partisinin son seçimi olması muhtemeldir. Bu düzeni değiştirmese de herhalde toplumun kısa süreliğine rahat nefes almasını sağlayacaktır. Ama böyle bile olsa, yürütmeyi devralacak yeni siyasal oluşumun uzun süre enkaz edebiyatı yapacağı ve toplumu anayasa ve devlet kurumlarının nasıl değiştirileceği gibi içi boş tartışmalarla oyalayacağı açıktır. Sonuç, ekonomik krizden çıkış için acı reçetenin halka güle oynaya içirilmesi olacaktır. Cumhur İttifakından kurtulmak elbette halkın yararınadır ama kendi gerçeklerimizi unutup, bu tür olası gelişmelere yatırım yapan hayallerle de avunamayız. Seçimleri etkileyecek herhangi bir gücümüz yok, ne düzen muhalefetinin peşine takılarak ne de düzen partilerine alternatif yaratmakla uğraşarak zaman harcayamayız. Önce “demokrasi” (restorasyon diye okuyun) gelsin sonra kendi işimize bakarız misali reformist politikalarla işimiz olmaz. Bu sırada sürekli baskı altına alınmaya çalışılan Kürt Özgürlük Hareketi ile dayanışmak önemlidir ama bu kendi görevlerimizin göz ardı edilmesi, anlamına da gelmemelidir. Bunu Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı şovenist bir eleştiri konusu haline getirmek için belirtmiyoruz ama ezilen ulus devrimciliği ile proleter devrimciliğinin birçok bakımdan örtüşmediği ve herkesin kendi gündemini sürdürecek oluşu da bir olgudur. Bu anlamda tehlikelerin farkında olarak bağımsız güç oluşturmaya çalışmaktan geri çekilmiyor ve başka siyasi öznelerin peşine takılmaya kalkışmıyoruz.

Kaderimiz, emekçilerin ve ezilenlerin kaderiyle birdir. Kitabımızda zihin karışıklığı, umutsuzluk ve kendimizi olduğundan farklı göstermek gibi davranışlar yer almaz. Yolumuzu çay üreticilerinin, İkizdere’yi savunanların, cinayetlere karşı her gün sesini yükselten kadınların, baskılara boyun eğmeyen Boğaziçililerin, Ermenekli ve Somalı madencilerin, sendika hakkı için harekete geçen binlerce PTT çalışanının, sayısız işyerinde mücadeleler örgütleyen emekçilerin direnişleri aydınlatıyor. Pislik pislikle temizlenmez, hepsini direnenler temizler!

Son Eklenenler