Perşembe, Mart 28, 2024

Korsanlık denen…

Latince “cursus” kelimesinden türeyen “corsair” kelimesinin Türkçe karşılığı olan korsan sözcüğü aslında 18. yüzyılın sonuna kadar olan deniz savaşlarında resmi otoriteler tarafından verilen deniz görevi anlamını taşır. İlk deniz ticaret rotalarının oluşması ile krallıkların birbirleriyle olan paylaşım savaşlarında korsanlık yarı resmi bir statü kazanmış, örneğin İngiltere Kraliçesi Elizabeth (1533-1603) korsanları, İspanyolların deniz ticaretini engellemek, gemilerini ele geçirmek ve gemilerdeki mallara el koymak üzere yetkilendirmiştir. Bu savaş yöntemi (başka bir anlamla pastada en büyük payı almaya çalışan devletlerin ticari savaşının ilkel yöntemi) yüzyıllarca devam etmiş, ancak deniz ticaretinin bundan zarar görmeye başladığını gören Lordlar 1856 yılında Paris Beyannamesi ile korsanlık faaliyetini yasaklamıştır. Ki dünya, daha modern paylaşım savaşlarına tanıklık edecektir!

Günümüzde “korsanlık” faaliyeti olarak geçen ama Batı dillerinde “piracy” ve “pirate” kelimelerine karşılık gelen “deniz haydutluğu” faaliyeti, bir devletin bilgi ve gözetimi dahilinde yapılmayan ve bir yasal dayanağının olmadığı söylenen ama aslında 20. ve 21. yüzyılın denetimli korsanlık faaliyetidir. Peki, bu neden böyle? Deniz ticareti, dünyadaki toplam ticaret hacminin çok büyük bir kısmını oluşturduğundan, tüm ham maddelerin ve işlenmiş ürünlerin deniz yoluyla taşınımı, büyük kazançları ve beraberinde büyük riskleri getirmektedir. Deniz aşırı üretim yönteminin ve buna bağlı olarak bu ürünlerin lojistiğinin önem kazandığı son yüzyılda kural koyucular bu riskleri de kendi kazançlarına entegre etmektedir. Yani, deniz haydutluğu tanımının ve kriterlerinin de belirtildiği 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni (UNCLOS) revize edenler, eklemeler yapanlar ile bu büyük risklere karşılık gelen devasa sigorta ücretlerini her yıl kasasına koyan sigorta şirketleri aynı binanın içerisinde birlikte çalışıyor, öğlenleri aynı salonda yemek yiyor, başka bir deyişle pastayı birlikte kesiyorlar. Ne kadar risk, o kadar kazanç. Risk de korsanlık faaliyetlerinin arttığı bu bölgelerde seyir yapan gemiler için bir hayli artmakta. Bu kural koyucular, artık korsanlık faaliyetlerinin ayyuka çıktığı kimi bölgeler için (Somali-Aden Körfezi) ise kararlar çıkarmış, bayrağı altındaki gemilerini korumaları için devletlere korsanlık faaliyetlerine müdahale etme imkânı tanımıştır, birileri çoktan kasalarını doldurduktan ve oradaki faaliyetler azaldıktan sonra… Bu arada sigorta şirketlerinin aldıkları devasa ücretlerle korsanların kaçırdıkları personel veya el koydukları gemi için istedikleri fidye tabi ki kıyaslanamaz düzeyde.

Gelelim Afrika’ya. Dünyadaki büyük sermaye ve onun sözcü devletleri çoktan Afrika’nın kıyılarını ele geçirmiş, büyük balık işleme tesisleri ile Afrika kıyılarını asıl sahiplerinden koparıp Afrika’daki balıkçıları işsiz ve yoksul hale getirmiştir. Tarım arazileri de bu büyük sermaye tarafından ya kullanışsız hale getirilmiş ya da onların eline geçmiştir. Örgütlenerek “deniz haydutluğu” faaliyetlerine başlayan Afrikalı halk yaşamını sürdürmek için bu yolu tercih etmiştir. Ve kimi Afrika devletinin kontrolünde veya göz yummasıyla gerçekleşen deniz haydutluğu gittikçe sistematik faaliyete dönüşmüştür. Israrla korsanlık faaliyeti diye belirtmemizin asıl sebebi bu iken, önceki yüzyıllardaki korsanlık faaliyetinden ayrışan yönü ise şudur; korsanlık faaliyetinin artık, büyük pastayı paylaşım savaşının bir ürünü değil yoksul halkların geçiniminin bu yöntemle ama bir bakımdan otoritenin de dolaylı veya dolaysız içinde olduğu bir faaliyet olmasıdır.

Denge bu şekilde sağlanıyor ve büyük sermaye kendi payını artırıyorken tepişen fillerin altında ezilenlerden biri de deniz emekçileri oluyor. Toplumda yaygın olarak deniz emekçilerinin diğer sektörlerdeki çalışanlara göre daha fazla maaş aldığı bilinmektedir. Ancak birçok sektördeki çalışanlara göre daha güvencesiz, daha esnek ve daha tehlikeli şartlarda çalışmaktadırlar. Bir deniz emekçisinin çalıştığı geminin bayrağı vatandaşı olduğu ülkenin bayrağı değilse (ki denizcilik şirketleri vergi giderlerini azaltmak amacıyla “kolay bayrak” olarak nitelenen ülkelerin bayrakları altında gemilerini faaliyete sokmaktadır), denizciye örneğin Türkiye’de ne sağlık sigortası ödeniyor ne de SGK pirimi yatırılıyor. Yani kendisi dışarıdan bir ödeme yapmadığı sürece çalışıyor gözükmüyor. Sadece gemide çalıştığı süre boyunca masrafları (gemiye katılış-ayrılış, sağlık ya da iş kazası olarak nitelendirilen kazalar sonucu uzuv kaybı veya ölümle sonuçlanan vakalar için maddi teminatlar vb.) karşılanıyor. Bu haklar da, çalışanın temsilci firma ile anlaşarak imzaladıkları iş sözleşmesine göre değişebiliyor. Ancak, uzun yıllar gemi tutulmaları ya da terklerine karşılık mücadele ve direnişle kabul ettirilen, kötü çalışma ve barınma şartlarının minimum standartlara getirilmesini amaçlayan Denizcilik Çalışma Sözleşmesi (MLC 2006) ile bu sözleşmeler de minimum standartları sağlamak zorunda. Türkiye uzun yıllar sonra ilgili sözleşmeyi imzalamış olmasına rağmen hala onaylamamış ve yürürlüğe sokmamıştır. Bu noktada da, sicil limanı Türkiye’de olan daha küçük tonajda ve barınma-çalışma şartlarının kötü olduğu gemilerin (ki bu gemiler Türk bayraklı gemi tonajının önemli bir kısmını oluşturuyor) armatörlerinin karşı bir etkisi olduğu açık. Aynı zamanda 1 Ekim 2008’de çıkartılan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sigortalar Kanunu ile denizcilerin yıpranma hakları ve fiili hizmet süresi zammı ellerinden alındı. Hal böyleyken, deniz emekçileri yıpranmaya, kaybolmaya ve ölmeye devam ediyor.

Korsan saldırıları, deniz emekçilerinin yaşadığı sıkıntılar açısından bütünün sadece bir parçası. Ama ölümle, kaçırılmayla sonuçlanan bir parçası… Bir korsan saldırısı sırasında geminin alacağı önlemler bellidir. Bir güvenlik görevlisi veya timi olmayan gemiler saldırıya karşın silahlı bir cevap veremez ve gemide önceden belirlenmiş bir bölgeye kendilerini kilitlerler. Mozart gemisine yapılan saldırıda da korsanlar bu alana girmeye çalışmış ve açılan ateş sonucu 2. Mühendis hayatını kaybetmiş, yaralananlar olmuş. Şimdi kaçırılan personel için fidye görüşmeleri başlayacak. Bu yeni bir olay değil, neredeyse her ay bu tarz olaylar yaşanıyor ve deniz emekçileri bu olaylarla karşı karşıya kalıyor.

2. Mühendisi veya bundan önce çokça deniz emekçisini öldüren, yaralayan kurşun, aslında korsanın silahından ateşlenmiyor. Dünyadaki tüm işçi sınıfının bir parçası olan deniz emekçileri de bu vahşi ve ikiyüzlü düzenin karşısında yaşamaya çalışırken öldürülüyor ve o kurşunu yiyor. Yani filler tepişir çimenler ezilir misali. 

Son Eklenenler