Çarşamba, Nisan 24, 2024

Kızılırmak deltası nasıl yok ediliyor?

Geçtiğimiz günlerde, tekelci medyanın gazete ve tv’leri OMÜ öğretim üyelerinden Prof. Dr. Yusuf Demir’in açıklamalarına dayanarak, Kızılırmak Deltası hakkında “deniz suyunun deltaya sızdığı ve oluşan tuzlanmanın sulak alandaki yaşamı tehdit ettiği” içerikli bir haber yaptılar. Birkaç gün boyunca genişçe verilen haberde gereksiz pek çok ayrıntının yanı sıra DSİ’nin bazı girişimlerinden bahsediliyor, kuraklığın sorunu arttırdığı söyleniyor ama yaşanan olayın nedenlerinden hiç söz edilmiyordu. Deniz suyu binlerce yıldan beri deltaya sızarak yaşamı tehdit etmezken, şimdi ne olmuştu da böyle bir sorun ortaya çıkmıştı?

Kızılırmak Sivas’tan doğar, 11 il ve 45 ilçeden geçerek Samsun’dan denize kavuşur. Irmak havzası ve delta, 7-8 bin yıl öncelere kadar uzanan kadim bir yerleşim alanıdır. Bilindiği üzere alüvyonların ırmak ağızlarında birikmesiyle oluşan deltalar, sulak alanlardır. Denizin gelgitleri nedeniyle tatlı ve tuzlu su buralarda sürekli birbirine karışır ve yöredeki canlılar da buna uyum gösterecek biçimde evrimleşirler. Yani tuzlu suyun Kızılırmak Deltasına sızmasına gerek olmadığı gibi, buradaki canlılar da tuzlu suyla karşılaştıkları için ölmezler. Sorun, deltadaki tatlı suyun azalarak yerini tuzlu suyun almasıyla ilgilidir. Bir depremle delta deniz seviyesi altına inmediğine ya da Karadeniz canı isteyip “biraz da karaya çıkayım” demediğine göre, binlerce yıllık bir doğal denge elbette insan eliyle bozulmuştur. Sorumlusu da tek tek kişiler değil, toplumsal yaşamın her anına karar verip yöneten iktidarlardır. Dolayısıyla tekelci medya ve kimi akademisyenlerin soruna dikkat çekerken “deniz suyu deltaya sızıyor” misali dolaylı bir dil kullanmalarının nedeni, huzurlarının kaçmasını istemeyişleridir. Adeta “ben kırmadım, kendisi kırıldı” der gibi ifadeler kullanmaları, sorunun arkasındaki çevreleri ve zihniyeti koruma kaygısının göstergesidir.

Toprak tuzlanması ülkenin tüm sulak alanları ve tarım havzalarının ortak sorunudur. Artan kuraklık yüzünden sorun ağırlaşsa da, asıl neden suyun ticarî-siyasî çıkar amacıyla ve plansız bir biçimde kullanılmasıdır. Küresel sermaye sahiplerinin yatırım yapıp kâr etmekte zorlandığı bir süreçte, ülkede önemli ekonomik büyüme düzeylerine ulaşılarak sermayenin rahat nefes alması sağlanıyor. Bu sırada kâr hırsı, uzun vadeli plan ve programların önüne geçiyor. Sonuçta sermayenin gereksinimlerine göre büyüyen ekonomi, yoksulluk ve çevre sorunlarını arttırıyor. Bu koşullarda deltanın tuzlanmasının nedeni ırmaktan tarım, sanayi ve çevre kentler için daha çok su çekilmesi ve ırmağın kirletilmesidir. İşte iki örneği:

İçme suyu yetmediği gerekçesiyle 2007’de Ankara Büyükşehir Belediyesi Kızılırmak’tan su getirme kararı aldı ve projeyi hayata geçirerek, 2008 Şubatında törenlerle açılışını yaptı.  Çevreye duyarlı yurttaşlar projeyi eleştirerek,  bugün Kızılırmak Deltası için söylenenleri aynen dile getirdiler. AÜ Fen Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Barbaros Çetin, projenin çeşitli sakıncalarının yanı sıra Kızılırmak’ın suyunun çekilmesinden Ankara’ya 450 kilometre uzaklıktaki Bafra Ovası’nın bile olumsuz etkileneceğini belirtti. Ancak bütün bu uyarılara kulak tıkayan Melih Gökçek, açılış töreninde “DSİ’nin 10 yılda yapamayacağı projeyi biz 10 ayda bitirdik” diye övündü. Gökçek “işbitirici” görünüp siyasi fayda sağlamak için, DSİ’nin 2030’da gerçekleştirilmek üzere planladığı projeyi hiçbir ön çalışma yapmaksızın uyguladı.

Diğer örnek: Bilindiği üzere Konya Ovası ülkenin tahıl ambarı. Az su gerektiren geleneksel tarım, son yıllarda daha kârlı olduğu gerekçesiyle yerini sulu tarıma bıraktı. Bu da toprağın tuzlanması ve yöredeki su yetersizliğinin başlıca nedeni. Geçtiğimiz Ekim Ayında bir açıklama yapan Karatay Ziraat Odası Başkanı Rıfat Kavuneker Konya Ovasına tünellerle su taşıma projelerinin hızlandırılmasını talep ederek şöyle diyor: “Türkiye’nin boşa akan akarsuları, nehirleri ve gölleri tarımda kullanılırsa ülke sıkıntı çekmez, kıtlık çekmez.” Başkana göre ırmaklar boşuna akıyor. Kızılırmak, Konya Ovasına su getirilen kaynaklar arasında yer alıyor.  Daha çok su günü kurtarsa da, sorunu daha da büyütmekten başka sonuç doğurmuyor.

Ülke genelinde çiftçiyi destekleme politikaları terkedilerek birçok üründe kota uygulamasına geçildiğinden beri geleneksel tarım yok oldu ve sulu tarımla birlikte gübre ve ilaca dayalı çiftçilik yaygınlaştı. Konya gibi yerlerde daha çok su için her seferinde daha derine inildikçe, yeraltı su kaynakları tükendi. Yaygın ve sürekli sulama sonucu toprak yüzeyinden daha çok su buharlaşarak, geriye daha çok tuz ve kimyasal kalıntı bıraktı. Toprak verimsizleştikçe, kimyasallara ve suya olan gereksinim arttı. Buna hangi ırmak dayanır?

Işık Beyazıt 2014 tarihli ve deltayı konu edindiği yüksek lisans tezinde Kızılırmak ve kolları üzerindeki 33 baraj ve HES’in listesini vermiş. O sırada 28 tane daha yapım için bekleyen proje varmış. Suyun üzerindeki bu engeller, ırmağın taşıdığı alüvyonu tutuyor. Oysa deltadaki doğal denge alüvyona bağlı. Yeterince gelmeyince, kıyı erozyonu artıyor, sulak alanların denizle bağlantısı kesiliyor ve tuzlu göletlere dönüşüyorlar. Çevrede sulu tarım yapılması ve sürekli kuyu açılarak su çekilmesi de tuzlanmayı arttırıyor. DSİ, kıyı erozyonunu ve denizin karaya doğru ilerlemesini önlemek için beton blok ve taşlarla “mahmuz” yapıyor. Bunun, kanseri ağrı kesiciyle tedavi etmeye kalkışmaktan bir farkı yok. Prof. Yusuf Demir, yörede kuyu açılmasının kesinlikle yasaklanmasını öneriyor. Ama çiftçilerin neyle geçineceği ve neden kuyu açtıklarına dair hiçbir şey söylemiyor. Oysa Samsun bir zamanlar tütün havzasıydı…

Suların ticarî amaçla kullanılmasının bu tür sorunları arttıracağını, Dr. Gaye Yılmaz ve Prof. Dr. Beyza Üstün yıllar önce dile getirmişlerdi. “Barış akademisyeni” oldukları için işlerine son verildi ve yargılandılar. Beyza Üstün halen tutuklu. Kızılırmak Deltasının 2016’da UNESCO dünya mirası listesine alınması, RAMSAR sözleşmesi ve 4 Mayıs 2020’de Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle koruma altında olmasının; sorunu önlemediği görülüyor. Çevrenin yok olmasının nedeni “hata” ya da “kötü niyet” değil, düzenin olağan işleyişidir. Küçük çiftçi karnını doyurmak, büyük çiftçi, bankalar ve tarım tekelleri kârlarını arttırmak için çabalarken, yönetenler de ekonomiyi büyüterek gelir gider dengesini ayarlamaya çalışıyor. Bu yüzden sorunu yaratanlar, asla çözüm üretemiyor. Kızılırmak Deltası yalnızca bir örnek, ülkenin tümü aynı kaderi paylaşıyor…

Son Eklenenler