Futbol kalitesi düşük olmasına rağmen üç takımın iddialı olduğu şampiyonluk yarışının ve küme düşecek bir takımın son haftaya kalması nedeniyle heyecanı yüksek bir futbol sezonu geride kaldı. Korona kısıtlamaları altında oynanan ligi sorunları, gerilimleri ve olduğu kadar futboluyla değerlendirmeye çalışacağız.
Açıkçası taraftarsız maç izlemek çok sıkıcı. En keyifli maçlarda bile insanın gözü kalabalıkları arıyor. Arkada tezahüratların uğultusu olmadan spikerlerin coşkulu tepkileri sakil duruyor. Uzun süredir kısıtlama, Mayıs başından beri ise ‘tam kapanma’ altında yaşıyoruz. Peki sezonun son haftası izlediklerimizi nasıl açıklayabiliriz? Milyonlar pandemi kısıtlamaları altında eve tıkılmış, ağır ekonomik zorluklara sabretmeye çalışırken son hafta maçlarına seyirci almak kimin kararıydı? Bu maçlara alınan taraftarlar neye göre belirlendi? Hangi seçkin taraftarlar bu heyecanı yaşamak için ödüllendirildi ve bizim neden haberimiz olmadı? Evet varacağımız sonucu biliyorum. Deveye sormuşlar “boynun neden eğri?” demiş ki “nerem doğru ki”… Bunları bir yana bırakıp yeni sorular sormak için sezon başına dönüyorum.
Sezon başlarında artık klasikleşen bir sorun takımlarımızın Avrupa kupalarındaki başarısızlıkları. Zira son yıllarda alıştığımız üzere takımlarımız Avrupa kupalarını külfet gibi görüp bir an önce elenerek ligimizdeki kısır çekişmelere daha fazla enerji ayırmak istiyorlar. Elbette bu finansal fairplay kuralları gereği men edilmeyen takımlarımız için geçerli. Bu sene ceza alan Trabzonspor ‘Avrupa külfetini’ devredince 5 takım Avrupa’da sahneye çıktı. Başakşehir ilk kez katıldığı Şampiyonlar Ligi’nde zaman zaman motive gözükse de yetersiz kaldı. Beşiktaş Şampiyonlar Ligi ön elemesini geçemedi. Sivasspor UEFA Avrupa Ligi’nde grupları geçemedi. Alanyaspor ile Galatasaray ise UEFA Avrupa Ligi’nde ön elemelerini geçemedi. Ülkece başarısız bir başka Avrupa sezonunu henüz Aralık ayında sona erdirdik.
Lige dönecek olursak geçen yılın çiçeği burnunda şampiyonu Başakşehir’in bu yılki performansı merakla bekleniyordu ancak küme düşmekten son üç haftada aldığı galibiyetlerle kurtulabildi. Elbette bunun sportif gerekçeleri de sıralanabilir ama açıkçası ben, bugüne kadar İBB’den aşırdıkları ile yükselen Başakşehir’in önümüzdeki sezonlarda daha da kötü performanslarla küme düşmesini ve Gökçeklerin Ankarasporu gibi spor tarihimizden silinip gitmesini bekleyenlerdenim.
Bu sezonun bir başka özelliği ise geçen yılın sonunda kamuoyu ile hiç tartışılmadan, korona bahanesi ile alınan küme düşmenin kaldırılması kararıydı. Bu sezona mahsus olarak lig 21 takımla oynandı. Bu her takımın 6 maç fazla yapması anlamına geliyordu. Böyle bir uygulamanın yayıncı kuruluşun talebi olduğu kesin. Çünkü daha çok maç, yayıncı kuruluşun daha çok reklam geliri elde etmesi demek. Öte yandan siyasi iradenin ligden düşmeyi kaldırmasının bir amacının da o takımların geldiği illerdeki taraftarların sempatisini kazanmak olduğunu tahmin etmek zor değildir. Elbette bu karar sıkışık bir fikstüre, pek çok sporcu sakatlığına, üç günde bir maç yapılmasına, istikrar sağlanamayan ilk 11’lere, kalitesi ve heyecanı düşük maçlara yol açtı. Nitekim sezon boyu bunları izledik diyebiliriz. Peki, önümüzdeki sezon ligimizde kaç takım olacak? Bu sorunun cevabını maalesef siyasi irade belirleyecek.
Ligimizin bu sezon çok konuşulan bir başka sorunu ‘yabancı sınırı’ oldu. Her nedense mevcut kural yabancı oyuncu oynatma zorunluluğu olarak algılanıyor. Oysa bu kural daha birkaç yıl önce genç oyuncuları, pasaportlarına bakmadan rekabete sevk etmek ve gelişmeye yönlendirmek amacıyla konuldu. Buna rağmen sezon başında kural değiştirildi ve kadroda 14, sahada ise aynı anda en fazla 8 yabancı oyuncuya izin verileceği TFF tarafından açıklandı. Türk tipi başkanlık sistemi gibi Türk tipi futbol sistemimizin gereği olacak ki bu uygulamadan kulüplerin ‘ricası’ üzerine vazgeçildi. Sezonun ortalarına doğru her ne olduysa bu konunun tartışılması kapatıldı. Peki önümüzdeki sezon ligimizdeki takımlar kadrolarında kaç yabancı oyuncu bulundurabilecek? Evet, maalesef bu sorunun cevabını da siyasi irade verecek.
Süper Lig’de son 13 sezonu Türk teknik direktörlerin çalıştırdığı takımlar şampiyon olarak tamamladı. İlginçtir yerel liglerde bu denli bir başarı istikrarı yakalayan teknik direktörlerimizden yurt dışında çalışan sayısı sıfır. Sezon açılışında henüz maçlar başlamadan 3 teknik direktörün görevine son verildi. Sezon içerisinde tam 33 teknik direktör değiştiren kulüplerimiz, toplam 36 teknik direktör değişikliği ile bu alanda tüm zamanların rekorunu kırdılar. Bu sayıya en büyük katkıyı sezon içerisinde 5 farklı teknik direktör ile başaramayıp küme düşen Erzurumspor verdi. Toplam 17 kulüpte 36 teknik direktör değişikliği takımların bir plan, strateji ve öngörü olmaksızın yönetildiklerini açıkça gösteriyor. Bunun yerine futbolcularının ödemelerini düzenli biçimde yapsalar başarıya ulaşma ihtimallerinin daha fazla olacağı da o kadar açık.
Tüm yazdıklarım bir yana sonuçta bizler son haftalarda averaj hesapları yapmaktan bitap düşen Süper Lig bağımlılarıyız. Kronikleşmiş sorunları ve milyonlar için anlamları düşünüldüğünde kısaca özetlemek zor ama yine de şampiyonluk şansını son haftaya taşıyan İstanbul’un üç büyüğünün sezon performanslarına da değinmek gerekir diye düşünüyorum.
Sezonu şampiyon tamamlayan Beşiktaş ile başlayalım. Diğerlerinden daha mütevazı bir kadrosu olmasına rağmen oynadıkları kötü maç sayısı da onlara kıyasla azdı. Sezon içerisinde başta Ghezzal olmak üzere, oyuncularından en iyi verimi alan teknik direktör Sergen Yalçın oldu. Beşiktaş ile hem oyuncu hem de antrenör olarak şampiyonluk başarısını tekrar eden Yalçın, temel şablonunu oturtana kadar topu rakibe vererek pragmatist bir futbolu tercih etti. Bu şekilde de sonuç aldı. Yeri geldiğinde hayali sorunlar yarattı. “Cumartesi göreceğiz ne olacağını” dedi ve takımının sezonun flaş ekiplerinden Hatayspor’a 7 gol atması için kıvılcımı ateşledi. Son yıllarda kurduğu hegemonyanın ardından herkesin kendi Terim’ini aradığı ortamda belki de Beşiktaş’ın aradığı geleceği olmanın ilk adımını attı.
42 haftayı averajla ikinci kapatan Galatasaray için ‘istikrarsızlık’ sezonun özeti gibiydi. Fatih Terim koltuğundan taştı diyebiliriz. Yine 10 maç ceza aldı. Rakip kulüp başkanlarının açıklamalarına cevap verme görevini de kendi üstlendi, sahada kimi zaman ruhsuzca gezen oyuncularına yol gösterme görevini de. Diğer yandan Galatasaray sezonu tarihin en zayıf yönetim performansı ile tamamladı. Bir Türkiye özeti olduğu için özel olarak belirtmek istiyorum ki sezonun en kritik haftalarında takımın pas oyununu en iyi oynayan oyuncularından Belhanda’yı saha zeminini eleştirdiği için kadro dışı bıraktılar. Yaşanan olumsuzluklarda bunun etkisinin olmadığı söylenemez. Son haftalara girilirken toparlanan Galatasaray tecrübesiyle yine Galatasaraylığını yapıp az kalsın şampiyon oluyordu ama nefesi yetmedi.
Sezonu üçüncü bitiren Fenerbahçe’de ise bambaşka bir hikaye yaşandı. Sistemin günden güne sermaye hakimiyetine girmesinin ötesinde son yıllarda Fenerbahçe’de başka bir rüzgar esiyor. Ali Koç’un parasıyla kulübün başına gelip yeni bir vizyon getireceğine ilişkin beklentiler geçen 3 sezonda; 7 farklı teknik direktör, 2 sportif direktör, 50’nin üzerinde transfere rağmen hiç kupa kazanılmayınca boşa düştü diyebiliriz. Uzun vadeli başarı vizyonunu bir yana bırakın, ortada akıl yerine fanatik duygularla yönetilen bir takım ve hedef olarak rakiplerini koyan kısır bir çekişmeden başka bir şey yok. Erol Bulut yönetiminde başlayıp sonrasında Emre Belezoğlu ile ayrı bir hikaye yazmaya çalıştıkları sezonda oynadıkları topa gelirsek sezon boyu ne oynadıklarını yalnızca biz seyredenler değil, galiba kendileri de anlamadı.
Şunu söylemeliyim ki bu sezon oynadığı oyunla gelecek için umut veren takımlar da vardı. Son 18 maçta yenilmeyen Sivasspor, oynadığı göze hoş gelen pas futbolu ile Karagümrük, yavaş yavaş bir Abdullah Avcı takımına dönüşen Trabzonspor, potansiyelli genç teknik direktör Çağdaş Atan’ın Alanyaspor’u, gol kralı Boupenza’nın Hatayspor’u benim önümüzdeki sezon için merakla beklediğim takımlar.
Ligler arasındaki ekonomik uçurum nedeniyle Süper Lig, küme düşen takımlar üzerinde öğütücü bir etki yaratıyor. Ligden düşen takımlar maalesef senelerce kendilerine gelemeden daha alt liglere yuvarlanıp gidiyor. Akhisarspor, Eskişehirspor, Manisaspor’un başına gelenler düşünüldüğünde bu sezon düşenler için de kaygılıyım. Özellikle Ankara temsilcileri Ankaragücü ve Gençlerbirliği’nin geleceğini merak ediyorum. Süper Lig’de önümüzdeki sezon başkent temsilcisi olmayacak. Tabii yine son anda fikir değiştirilip küme düşme iptal edilmezse.
Son olarak önümüzdeki sezon Giresunspor ve Adana Demirspor’u Süper Lig’de izleyeceğiz. Yükselecek son takım ise playoff sonucunda belirlenecek. Her ne kadar özellikle Demirspor’un lige dönmesi heyecan verici olsa da tarihsel ve toplumsal bağlarının bu denli zayıfladığını görmek sevincimi buruk bırakıyor. En başa dönecek olursak Süper Lig’e yükselecek takımların belirleneceği son haftalarda korona önlemleri gereği seyircisiz olması gereken maçlara soktukları binlerce taraftar, bu kulüpler için de bize bazı sinyaller veriyor. Hem 1.Lig’de hem de Süper Lig’de aynı şeyler yaşandığına göre belki de bu bir memleket meselesidir.
2021 sezonu bitti, 2022 sezonu yeni umutlarla ve pek çok soruyla birlikte geliyor. Biz bağımlılar için kopmak yine mümkün olmayacak gibi gözüküyor. Yeni sezonu daha güzel futbol ve daha az kısır tartışma izlemek ümidiyle bekliyorum.