İktidarın dış politikası neredeyse altı ay öncesine kadar genelde Dimyata pirince gitmek şekilde tanımlanıyordu. Libya’ya müdahaleden, Sudan’da ada almaya, Katar’da askeri üs kurmaktan Azerbaycan’a Suriye Milli Ordusu adını verdikleri paralı askerleri taşımaya geleneksel olmayan dış politika hamleleri bu biçimde ifade ediliyordu. Buna karşılık seçim siyasetinde, neredeyse 7 Haziran 2015’ten beri iktidar büyük bir şiddetle evdeki bulgura yani kendisini zaten destekleyen kesimlere sarılıyor. Onların taleplerini yerine getirmeyi esas öncelik haline getiriyor. Bu noktada da toplumun diğer kesimlerini kamyonun altına atmaktan çekinmiyor. Zaten kutuplaşma siyaseti denilen yöntemin söylem düzeyi dışındaki maddi temeli de budur.
Bu siyasal tercihin bir nedeni var. İktidar toplumsal desteği gerilemekte olan bir güçtür. İçinden iki siyasi parti çıkmış. Üstelik AKP’den sonra sağdaki en büyük güç olan Meral Akşener’in İYİ’sinin Millet İttifakı’ndaki konumlanışı iyice pekişmiştir. Recep Tayyip Erdoğan’ın övülen tüm siyasi önsezilerine rağmen esasen seçimlerde farklı incelik düzeylerinde uyguladığı tek bir numarası vardır, o da seçimleri nüfus sayımına çevirmektir. Yani anadili Türkçe olan Sünni Müslüman seçmenleri ve dindar Kürtleri kendisine oy verdirtip sekülerleri, Alevileri diğer tarafta bırakmak böylece siyasal bölünmenin esas olarak etno-dinsel kimlikler ve yaşam tarzları üzerinden gerçekleşmesini sağlamak. Bu yeni kompozisyonda bu numara eskisi gibi işlemiyor kentsel bölgelerde yaşayan seçmenler arasında özellikle kırk yaş altındakilerde bu kimlikçilik eskisi gibi çalışmıyor. Üstelik epideminin küçük işletmeler için dayanılmaz hale getirdiği ekonomik durgunluk, kimliği ne olursa olsun mikro işletme sahipleri ve güvencesiz emekçiler arasında iktidarı bir nefret nesnesi haline de çevirmektedir.
Bu ortamda iktidarın hareket alanı da daralmaktadır. Tam da bu yüzden çok beklenti bağlanan kongre konuşması haftalık grup konuşmasından farksız sade suya tirit bir içerikle yapılmıştır. Kongre biz hala kalabalığız mesajı vermekten başka bir işe yaramamıştır. Bu mesajın, kimliği ne olursa olsun, salgından dolayı dükkânları kapatılan, çalışma olanağı elinden alınan kitleler arasında coşku değil öfke yaratacağı açıktır. Yerel seçimlerden beri bahsedilen ama yapılamayan kabine değişikliğinin herhangi bir radikal hamle içermesi mümkün değildir. Su alan kayıkta zıplarsanız alabora olursunuz. Evdeki bulgura sarılma günleri içeriksiz reform deklarasyonları, aynı reçetelerin yenilik diye pazarlanması, eski isimlerin kırpılıp kırpılıp yeniden sahneye sürülmesi ve dün işe yaramış siyasal taktiklerin tekrar tekrar kullanılmaya çalışılmasından ibarettir. Bugünlerde sürekli Cumhur’daki ortağının ayağına gidip istişarelerde bulunan, Bay Kemal’e sallayıp Bayan Meral’e susan, Erdoğan’ın tek başına devletin geleceğine dair önemli kararlar verebileceğini düşünmek zaten düzen muhalefetinin ve ondan etkilenen liberal akılla, Erdoğan’ı olduğundan güçlü göstermeyi her nedense çok seven faşizm geldi geliyorcu solun açmazıdır.
Evdeki bulgura sıkı sıkıya sarılma güdüsü iktidarın kongre öncesi Türkiye’yi sarsan pek çok hamlesini açıklıyor. Bu güdü elinden kaymakta olanı sıkıca kavrayabilmek için parmaklarını elindekine daha sert geçiren insanın güdüsü. Ondan dolayı iktidarın elinden kaymaması için Cumhur kaslarını sıkıyor ve Türkiye’yi geriyor, “koflaştıkça sertleşiyor”. Bu süreç devam edecektir. Yine de şunu unutmamak gerekir kof kabadayıya cepheden karşı durmadan kendi zayıflığının kendiliğinden sonuç üretmesini beklemek beyhudedir. İktidarın zararlı siyasetinden bıkan bu politikalardan dolayı işini kaybeden, ekmek teknesini kaybeden, umudunu kaybedenler ayağa kalkmadıkça son örneğini AKP kongresinde gördüğümüz fütursuz, şuursuz sirk, halk düşmanı siyaset sürüp gider. Buna dur diyelim.