Çarşamba, Nisan 24, 2024

Dış politika üretme örneği olarak Somali

Aden Körfezi, Somali Karasuları, Arap Denizi ve çevresinde korsanlığa karşı TSK deniz gücü bulundurma süresi TBMM’nin 26 Ocak oturumundaki kararla 1 yıl daha uzatıldı. Konuya ilişkin ilk karar 10 Şubat 2009’da, BM Güvenlik Konseyi kararına dayandırılarak alınmıştı. Meclis görüşmelerinde kararı destekleyen parti sözcüleri uluslararası ticaretin önemi ve korsanlığın kötülüklerinden bahsederken, ret oyu veren HDP uluslararası hukuka uygun davranmaya AİHM kararlarıyla başlamak gerektiğini vurgulayarak Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılmasını istedi. Korsanlığın nedeni, Somali karasularından neden özel olarak bahsedildiği, Somalililerin Türkiye’ye nasıl baktığı, başka devletlerin kararı nasıl değerlendirdiği hiç sorgulanmadı.

IMB raporuna göre 2020’de dünyadaki 195 olaya karşılık Somali ve açıklarında hiç korsanlık yaşanmamıştı. Eritre, Etiyopya, Cibuti, Somali ve Aden Körfezi adalarında Kızıldeniz ve Bab el Mendep Boğazının kontrolü için dünyanın önde gelen deniz ve hava güçlerine ait onlarca üs faaliyet halindeyken; herhalde hiçbir aklı başında korsan o bölgede denize açılmazdı. Üstelik geçtiğimiz yıl Ocak Ayı başlarında bölge güvenliği ve işbirliği amacıyla “Arap ve Afrika Devletleri Konseyi” kurulmuşken. Dolayısıyla Türkiye’nin uzatma kararına ilk itiraz BAE ve Suudi çevrelerinden geldi. Buna göre Türkiye bu kararıyla “Yemen ve Afrika Boynuzunu istikrarsızlaştırma çabası” içindeydi. Gelişmeleri, iktidarın kendini göstermek istediği doğrultuda ve “Osmanlı mirasını canlandırma” olarak yorumladılar. İlginç olan, ülkedeki kimi muhalif kesimlerin de benzer görüşte olmasıydı. Sorgulamaya BM kararıyla ve korsanlığın ne olduğundan başlayalım.

Somali Batılı ülkelerin ön planda olduğu uluslararası kamuoyu tarafından, “başarısız devlet” olarak tanımlanıyor. Bu hemen akla cehalet, savaş, yoksulluk, kargaşa ve beceriksiz liderler barındıran, düzenden yoksun bir ülke getiriyor. Böyle bir duruma düşüşün nedenleri hesaba katılmadan, “acil önlem” adı altında baskıcı ve sınırlandırıcı uygulamalara öncelik veriliyor. Nitekim korsanlığa karşı da benzer biçimde davranılıyor. Zengin balık yatakları olan ve Afrika’nın en uzun kıyısına sahip (3025 km.) bir ülkede neden korsanlık yapılır ki?

Emperyalist güçlerin başrolde olduğu uzun iç savaşlardan geçerken Somali’nin karasularını koruyamaz hale gelmesi, nedenlerden biriydi. Yabancı balıkçılar Somali kıyılarını yağmalayarak balık bırakmıyorlardı. Silah sıkıntısı olmayan bir coğrafyada Somalili balıkçılar yabancıları zorla karasularından çıkartmaya başladılar. Ama yine de korsanlığın gerekçesi bu değildi. BM’nin de raporladığı üzere, Somali kıyılarının zehirli atıklarla kirletilmesi ve deniz yaşamının yok edilmesi asıl nedendi. Olay, 2004’de Hint Okyanusundaki bir deprem sonucu oluşan tsunaminin zehirli atık varillerini kıyıya atması sonucu kesinlik kazandı. Kirlilik yalnızca denizi yok etmiyor, bebekler kanserli olarak doğuyordu. İtalyan gazeteci İlaria Alpi konuyu yıllar önce araştırarak dönemin Somalili egemenlerini ve işbirliği yaptıkları atık şirketlerini rahatsız edici haberler yayınladığı için 1994’de öldürülmüştü.

Somali 637 bin kilometre kare genişliğinde, yaklaşık 15 milyon kişinin yaşadığı, Türkiye’nin dış politikasında öneminin 10 yıldan bu yana artarak bugün ön sıralara geldiğini söylemenin abartı sayılmayacağı bir ülke. İktidar, Somali’de bir devlet kurma ve toplumsal altyapı oluşturma amacıyla bulunduğu iddiasında. Mogadişu limanı ve havaalanı Türk şirketlerince işletiliyor. Somali ordusuna personel yetiştirmek amacıyla Mogadişu yakınlarında 2017’de bir askeri üs (TürkSom) kuruldu. Ayrıca ülke polisi de Türkiye tarafından örgütleniyor. Diyanet Vakfı, imam hatip ve yüksek İslam enstitüsü düzeyindeki öğrencileri Türkiye’de eğitiyor. İktidar bütün bunları her ne kadar Batılılar gibi sömürgeci amaçlarla yapmadığını ileri sürse de, kendine yakın çevreler baklayı ağzından çıkarıyor ve Yeni Şafak’da geçen yıl yayınlanan “Afrika Boynuzu’nda yeni adım: Somali-Türkiye enerji işbirliği” başlıklı makalede ülkenin petrol ve doğal gaz yataklarına dikkat çekilerek şöyle deniyor: “…söz konusu petrol arama faaliyetleri Türkiye için önemli bir kazanım ve özellikle son 10 yılda Somali’de yürütülen insani kalkınma yardımı faaliyetleri başta olmak üzere ekonomik ve askeri eğitim angajmanları bağlamında yürütülen siyasetin önemli bir meyvesidir.” Yani, kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez!

Somalililer İngiliz ve İtalyan sömürgeciliğine karşı savaştılar ve 1960’da emperyalizmin eski sömürgeci yöntemleri terk etme sürecinde bağımsızlıklarını kazandılar. Batı yanlısı yeni yönetim, 1969’da SSCB yanlısı Said Barre darbesiyle devrildi. Ancak sömürgeciliğin mirası ve İngilizlerin çizdiği sınırlardan kaynaklı etnik sorunlar nedeniyle, Etiyopya ve Somali arasında çıkan çatışmalar savaşa dönüştü. Bu süreçte Etiyopya’da SSCB yanlısı bir darbe gerçekleşince, Küba ve SSCB Etiyopya tarafında savaşa girdiler. Bunun üzerine Barre ABD ile yakınlaştı. Bedel olarak, ABD petrol tekelleriyle ülke petrollerinin işletilmesi için anlaşmalar yaptı. Savaş Somali’nin yenilgisiyle sonuçlanınca, Barre iktidarına karşı bir isyan başladı ve ülke iç savaş sürecine girdi. Kargaşaya son vererek imtiyazlarını korumak amacıyla 1992’de ABD öncülüğünde ve BM bünyesinde bir barış gücü oluşturularak “Umut Operasyonu” başlatıldı. Barış gücü komutanlığına, halen 28 Şubat davasından ev hapsi cezasını çeken Çevik Bir getirildi. Somali’de zorla modern bir devlet oluşturma çabalarının halkın direnciyle karşılaşması sonucu çıkan çatışmalarda toplam 19 ABD, 24 Pakistan askerinin yanı sıra bin kadar sivil öldü ve 2 ABD helikopteri düşürüldü. 12 Temmuz 1993’de ülkenin “akil adamları” olarak bilinen bir grup insanın katıldığı toplantı saldırı hazırlığı yapıldığı gerekçesiyle Çevik Bir’in emriyle bombalanınca büyük bir isyan dalgası başladı. Tüm bu olaylar dizisi daha sonra “Kara Şahin Düştü” adlı filmde Hollywood ağzıyla anlatıldı. ABD, 31 Mart 1994’de askerlerini geri çekti ve BM barış misyonu sona erdi. Somali, ABD’nin yanı sıra komşu ülkelerin taraf olduğu uzun bir iç savaş girdabına sürüklendi.

İslam Mahkemeleri Birliği (İMB) adlı birleşik bir yapının 2006’da sürece egemen olmasıyla kargaşa sona erdi ve ülkede nispi bir sükûnet sağlandı. Ancak 11 Eylül 2001 saldırıları nedeniyle küresel ölçekte “radikal İslamcı” avına çıkan ABD durumdan memnun değildi. Karadan Etiyopya’nın da desteğiyle, IMB’yi dağıtmak için Mogadişu’ya denizden ve havadan bir saldırı düzenledi. IMB yenilerek Mogadişu’yu terk etti ve bir kısım yöneticiler ülke dışına çıktılar. Örgüt ikiye bölündü ve bir kısmı işbirliğine yanaşarak ılımlı İslamı benimserken, geri kalanlar  kısaca “Eş Şebab” olarak bilinen Hareket-i Şebabül Mücahidin adı altında ülkedeki tüm yabancı güçlere karşı savaş başlattılar. İşte Türkiye, batılı ülkelerin etkinliğini fiilen yitirdiği bir süreçte Somali’ye döndü.

Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, ailesi ve beraberinde büyük bir heyetle Somali’ye ilk ziyaretini 19 Ağustos 2011’de yapmıştı. Heyette bakanlar, 1 milyon dolar yardım toplayan Doğan Holding YK Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, çok sayıda işadamı ve Ajda Pekkan, Nihat Doğan, Sertap Erener, Muazzez Ersoy gibi sanatçılar da vardı. Bunun hemen arkasından 31 Ağustos’da Kemal Kılıçdaroğlu da Somali’yi ziyaret ederek, Somali’ye olan ilginin partiler üstü/egemen sınıf içi olduğunu gösterdi. Bu ilgi ne iktidar çevrelerinin ileri sürdüğü gibi salt kendi başarılarına bağlanabilirdi, ne de indirgemeci bir bakış açısıyla emperyalist güçlerin düğmeye basmasıyla gerçekleşiyordu. Gelişmeler iki ülkenin egemen çevreleri arasında, küresel sermayenin elindeki olanakların Somali’de dikiş tutturmaya yetmediği bir konjonktürde, küresel işbölümü ve hiyerarşi çerçevesinde gerçekleşiyordu. Türkiye’nin küresel sermaye dolaşımında yakın coğrafyası ve Afrika’da rol alabilmesi için gerekli hazırlıklar 1998’de “Afrika Eylem Planı” çerçevesinde başlamış ve bunun altyapısı Kemal Derviş döneminde oluşturulmuştu. Konunun uluslararası boyutunu anlamak bakımından iki örnek verilebilir: Türkiye’nin Mogadişu’yla sınırlı girişimleri, ABD’nin 2018’de Somali’ye tekrar dönerek elçiliğini açmasına olanak sağlamıştır. Diğer örnek ise biraz acılı ve Eş Şebbab’ın bir yol inşaatına saldırısı sonucu iki Türk işçisinin yaşamını yitirmesini de ilgilendiriyor. Yolu bir Türk şirketi yapıyor ama masrafları Katar Kalkınma Fonundan karşılanıyor.

Eş Şebab’ın saldırı haberlerini sık sık duymamıza karşılık, Somali sivil siyasetinin eleştirilerinden pek haberimiz olmuyor. Bugünlerde Somali’de parlamento ve Cumhurbaşkanı seçimleri yapılması gerekiyordu ama Cumhurbaşkanı Muhammed ve muhalefet arasında anlaşma sağlanamadı. Seçimlerin yapılmayacağından endişe eden muhalefet partileri, geçtiğimiz 16 Aralık’ta Türk Büyükelçiliğine bir uyarı mektubu vererek, Harma’ad polis örgütünü eğitip donatma planı çerçevesinde Türkiye’nin Somali’ye silah göndermemesini istiyorlardı. Muhalefet, geçmişte olduğu gibi bu kez de silahların seçimde “baskı ve hile yapmak için” kullanılmasından endişe duyuyordu. Son haberlere göre, taraflar anlaşamadığı için seçimler belirsiz bir tarihe kalmış görünüyor. Olayları değerlendirirken genellemelerin arkasına sığınmak yerine küresel sermaye akışının sorunlarını, ülkeler arası güç dizilişini ve ülke iktidarlarının diplomatik gelişmeler için gösterdiği çabayı hesaba katmak gerekiyor.

Son Eklenenler