Çarşamba, Nisan 17, 2024

Anayasa metinlerinin tarihselliği üzerine

Türkiye’nin anayasa tartışması bir türlü bitmiyor. Bir metin yazacağız ve ondan sonra ömrümüzün sonuna kadar mutlu mesut yaşayacağız fantezisi sağcısından solcusuna memleket yarı aydınının ortak paydası sanki. Oysa anayasal metinler yazıldıkları dönemin toplumsal güç dengesine, ekonomik gelişmeleri ve politik yönelimine sıkı sıkıya bağlı. Bir düşünür ortaya koyduğu eserde tarihsel olanın amansız zincirlerinden kısmen bağımsızlaşabilir, tarihsel örnekler anayasal metinlerin böyle bir özerkliğinin olmadığını gösteriyor. Bunları anayasa tartışması boş iş, biz gerçek meselelere odaklanalım demek için yazmıyorum. 15 Temmuz’dan itibaren görünür hale gelen siyasi transformasyon sürecinin bu aşamasında egemen sınıf ya da egemen sınıfın hakim fraksiyonu böyle bir ihtiyaç duyuyorsa anayasa değişir. Böyle bir gelişmeye bigâne kalmak kuşkusuz doğru siyaset olarak övülemez ama neyin ne olduğunun farkında olmak ve kendini ya da başkalarını kandırmaya çalışmamak gerekir.

Anayasa metinlerinin klasik örneği halen yürürlükte olan Amerikan Anayasası’dır. 1788 tarihli bu metin, Amerikan bağımsızlık savaşı sırasında oluşturulan politik mekanizmaların, takip eden on yıl içinde özellikle kuvvetli bir merkezi hükümete ihtiyaç duyan kesimler tarafından yetersizliğinin giderek daha kuvvetli bir biçimde dile getirmesinin sonucunda ortaya çıkmıştır. Savaşı yürütmek için onüç eyalet arasında kurulan kuvvetler birliğine dayalı tek meclisli konfederal yapı neredeyse yok hükmünde bir merkezi hükümet oluşturuyordu, bu da özellikle Avrupa ile rekabet edebilecek bir Amerikan ekonomisi inşa etmek isteyen kesimleri rahatsız ediyordu. Bu kesimlerin klasik sözcüsü yeni anayasa kabul edilince oluşturulan yürütme organında ilk Hazine Bakanı olan ve Dolar’ın babası sayılan Alexander Hamilton’dır. Yetiştirdikleri sınaî tarım ürünlerini, pamuk ve tütünü, esas olarak Avrupa’ya ihraç eden ve köle emeği kullanan egemen sınıfın diğer önemli kesimi ise bu noktada daha çekincelidir ve kendi içinde netleşmiş bir tutuma sahip değildir. Ta ki Shays Ayaklanması’na kadar.

Shays Ayaklanması’nın egemenler içinde o zamana dek ayak sürüyen kesimler arasında da yeni anayasa ihtiyaç açısından bardağı taşıran damla olduğu iddiasını çürütmek Amerikan elitleri arasında yaygın bir tutum. 1786 yazından itibaren borçlu oldukları bankalar lehine mahkemelerce tarlalarına el konulması kararı verilen Bağımsızlık Savaşı gazilerinin silahlarını alıp bu mahkemeleri basmaya başlamasını Batı Massachusetts’te yerel bir sorun olarak göstermeyi tercih ediyor Amerikan tarih yazımı. Eyalet valisi asker toplayıp isyancıların üstüne yürüyor 1787 kışına kadar süren silahlı çatışma, hemen olayların ertesinde isyanı bastıran yetkililerin seçim de kaybetmesiyle böyle bir isyan açısından (isyancıların Kanada’daki İngiliz güçleriyle bağlantı kurmaya çalışması da düşünülünce) hafif cezalarla ve borçların ertelenmesiyle son buluyor. 1787 Mayısının sonunda ise onüç eyaletin temsilcileri Philadelphia’ya ulaşıp yeni anayasayı tartışmaya başlayacak.

İşte bu koşullarda, başından beri yeni anayasa isteyen Alexander Hamilton, Virginialı plantasyon sahiplerinin temsilcisi James Madison (sonradan Federalist Partiyle bağını kesecek) ve New Yorklu köklü ticaret burjuvazisinin iyi eğitimli evladı John Jay New York eyaletinin özellikle eyaletin yukarı kesimlerinin kendinin efendisi seçmenlerini güçlü bir merkezi hükümete ikna etmek için Federalist’i yayınlıyorlar. Burjuvazinin hala ilerici olduğu o dönemde New York eyaleti güçlü merkezi hükümet fikrinin en önemli muhalifi ve referandumda yeni anayasayı onaylamazsa diğer on iki eyaletin onaylamasının pek bir önemi olmayacak. Bugün anayasacılığın başyapıtı olan Federalist’i iyi eğitimli olmadıkları için anlamayan bu New Yorklu seçmenler, Montesquieu Baronunu onurlandıran bu metne ancak Fransız Devrimine benzer bir yurttaş hakları beyannamesi taahhüdü almaları üzerine olur veriyorlar. Bu taahhüt 1791 yılında aslında bir yurttaş hakları beyannamesi olan değişik 10 maddenin anayasaya eklenmesiyle yerine getiriliyor. Yani gücünü kullanan halk Kanunların Ruhu Üzerine’yi ezbere bilen elitlerden bir taviz koparıyor yoksa onların bu felsefi derinliğinden, hukuk bilgisinden falan büyülenmiyor.

Amerikan Anayasası’nın ilk on değişik maddesinin içeriğine derinlemesine girmeyeceğim. Meşhur birinci madde ifade ve kanaat özgürlüğünün küresel olarak altın standardıdır ama bugün altı büyük oranda oyulmuştur. En son da ilerici neoliberalizmin de alkış tuttuğu Silikon Vadisi tekelleri ve herkesin büyük hürmet gösterdiği ana akım liberal medya tarafından. New York Times’ın, Guardian’ın insanları manipüle etmek üzere mesela Körfez Savaşı sürecinde nasıl yalan söylediklerine dair de, Twitter’dan Jack’in dostunuz olmadığına dair de, tüm bu kurumların Julian Assange’a yönelik işkence ve kötü muamele konusundaki riyakârlıklarına dair de yeterince bir külliyat mevcut zaten. Merak eden okur. Dedik ya anayasal metinler tarihsel olanın zincirinden kurtulamaz. Ama değişik birinci maddenin metnini okuyup üstüne uygulamaya dair birkaç tarihsel örnek yani efsane anlatıp yurttaşın ifade ve kanaat özgürlüğünün hala eskisi gibi var olduğuna iman edip gene kendinizi avutabilirsiniz, beni bozmaz zira ben değişik birinci maddede ifade edildiği haliyle ifade ve kanaat özgürlüğüne hakikaten inanırım: Hakikatin sesi muktedirlerce örgütlü olarak bastırılmadığı sürece insanların kendini kandırma ve QAnon komplosu dâhil her tür saçmalığa inanma hakkı vardır.

İkinci değişik madde yurttaşın hatta milis örgütlerinin silah taşıma hakkıyla ilgilidir. Daniel Shays ve yoldaşları silahlarını alıp mahkemeleri bastıktan hemen sonra bu maddenin anayasada olması manidardır. Madde yurttaşın merkezi hükümetin olası tiranlığına karşı direnme hakkı olarak da düşünülmüştür. Tabi bugün bu madde de Amerikan silah lobisi eliyle soysuzlaştırılmıştır. Açıkçası son yüzyılda, yetmişli yıllarda İrlanda’ya Amerika’daki İrlandalıların kaçak yollarla, yasal yollarla satın aldıkları AR-15’leri gönderebilmesi dışında, olumlu bir uygulaması yoktur. Ondan önce bir elli, altmış sene de yerli katliamları ve Güney’de siyahların linç edilebilmesine yarıyordu. Anayasa metinleri ve tarihsel olanın belirleyiciliğinin altını bir daha çizmeye gerek yok herhalde.

Uzatmayalım ama dördüncü değişik madde önemli, yurttaşı devletin güvenlik aygıtının makul olmayan denetiminden koruyor. O yüzden Amerikan polisiye film ve dizilerinde laf olsun diye polise hey dostum benim de haklarım var falan diye konuşan tutuklu replikleri yazıyorlar. Fakat bu maddenin hiçbir anlamı kalmadığını 11 Eylül sonrası çıkan Vatansever Yasa (Patriot Act) ve dolayımında yurttaşı gözetlemek üzere kurulan istihbarat servisleri gösterdi. Daha doğrusu bugün Moskova’da ABD devletinin intikamından saklanan eski ajan Edward Snowden’ın ifşaları bunu gösterdi. Bugün müphem ama her daim ve her yerde mevcut “terör tehdidi” sebebiyle hiçbir Amerikan yurttaşının mahremiyeti yoktur, anayasa ne derse desin. Tanıdık geldi mi?

Şimdi mevzuya gelelim. 1921 Anayasası denerek Büyük Millet Meclisi’nin kendi işleyişi açısından Osmanlı Kanuni Esasi’sine ek olarak benimsediği metin güncel anayasa tartışmalarında gündeme geliyor. Kimi metinde vilayetlere muhtariyet olmasını beğeniyor, kimi metinde laiklik olmamasını, kimi dostlarımız da bu metine temel oluşturan Halkçılık Programı’na referans vererek 1921 Anayasası’na dair olumlu duygularını motive ediyor. Yukarıdaki örnek üzerinden anlatmak istediğim şudur 1921 metnini benimseyerek o metnin ne iyiliği vardıysa bugüne taşımak mümkün değildir. O ancak Genel Görelilik Kuramı’nın yasalarını aşıp 1921’i 2021’e getirirseniz mümkün olur. Bugünün ihtiyacı anayasayı yazacak zürefaya tavizler verdirecek kuvvette emekçi kalkışma ve direnişleridir. Hukuk tarihi bilginizi yarıştırarak emekçiler lehine bir şey elde edemezsiniz.

Son Eklenenler