Bu sene bir kez daha 1 Mayıs Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü’nü pandemi koşullarında karşılıyoruz. Covid-19 vakası geçtiğimiz yıl Türkiye topraklarında ilk kez görüldüğünde Mart ayındaydık. #EvdeKal çağrılarının son derece yaygın karşılık bulduğu, orta-üst sınıflar tarafından karantinanın romantize edildiği, işçilerin evde kalamadığı bir süreç yaşamaya başladık. İşçiler için pandeminin ilk günlerinden itibaren vahşet koşulları katmerlendi. Evde kalamayan işçiler evde kalanların temel ihtiyaçları dışında koltuk takımı değiştirmeleri için, ‘güzel günlerde’ giyilecek ayakkabıların tedariki için 16 saate varan mesailerle çalıştırıldı. Pandemi korkusuyla market rafları boşaltılıp stok yapılırken market çalışanları, depo çalışanları, kargocular ölümüne çalıştı. 1 Mayıs yaklaştığında henüz ne sol hareket için ne de orta-üst sınıflar için ‘büyü’ bozulmuştu. Taşıyıcı olma riski ve Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın deyimiyle Covid-19’a karşı elimizdeki en büyük silah olan “Corona’ya yakalanmamak” çağrıları karşılık buluyor devlet önlem alıyor gibi gözükürken bireysel korunmalar aşırı duyarlılıklarla dile geliyor, evde kalıp kendini geliştirme furyası devam ediyordu. O esnada sol ve sendikal odakların çoğunluğu küçük burjuva refleksleriyle uykudaydı. 17 Nisan 2020 tarihinde müjdelerle açıklanan ‘işten çıkarma yasağı’ TİSK, TOBB ve diğer sermaye gruplarının keyfini iyice yerine getirirken şuan irili ufaklı birçok direnişle dile gelen kod-29 ahlaksızlığının, açlık ücreti ücretsiz izin dayatmasının zemini yasalaştı. Akıl tutulması sol ve sendikal hareketi öylesine ele geçirmişti ki DİSK, sözde işten çıkarma yasağını olumlu karşıladıklarını basın açıklamaları ile duyuruyordu. Geçen sene 1 Mayıs’a böylesi bir atmosferde gittik. Solun büyük bir çoğunluğu küçük burjuva reflekslerinin ardına sığınarak ‘halkın sağlığı’ için alanlarda olmama çağrılarına sıkı sıkıya tutundu. DİSK, KESK, TMMOB, TTB 1 Mayıs akşamı için balkonlara çağrı yapacak kadar işçilerin hakikatinden bir haberdi. 1 Mayıs günü işçilerin pandemi koşullarında yaşadıkları zulmü alanlarda, meydanlarda ve elbette Taksim’de dile getirme olanakları, biz Umutsencilerin de aralarında bulunduğu birkaç grubun çağrıları dışında, ellerinden alınmış oldu. DİSK göstermelik bir Taksim’e yürüyeceğiz gözaltısı ile biraz olsun imajını toparlamaya çalıştı, olmadı. Bu sene 1 Mayıs’a giderken geçtiğimiz yıla dair özeleştiriyi ne soldan ne de işçiler çalışırken evde oturan sendika yöneticilerinden duyduk. Biz Umutsenciler geçtiğimiz yılı çok daha yaygın ve kitlesel 1 Mayıs çağrıları ile değerlendirebileceğimiz özeleştirisi ile yolumuza devam ediyoruz.
Şimdilerde devletin sınıfsal konumunu perdelemek için kullandığı tüm ideolojik aygıtların ortadan kalktığına şahitlik ediyoruz. Sermaye devleti işçi ve halk düşmanlığını göstermekte hiçbir sakınca görmeyerek yeni yasaklarla hak arayanların karşısına dikilirken, sermayeyi de memnun etmek için canhıraş çalışıyor. Orta sınıfın karantina romantizmi bitti. Evden çalışmanın emekçinin 24 saatini teslim almaya dönük olarak yine sermaye yanlısı uygulandığı alenileşti. Evde kalamayan işçiler Covid-19’u birkaç kez geçirdi. İşçiler öldü, ölüyor, hastalanıyor, mutasyonlu virüse yakalanıyor. Sağlık hizmetleri herkesin kendi kendini iyileştireceği önerilere dönecek kadar kilitlendi, sağlık çalışanları bitap düştü. Son açıklamalarda zaten adaletsiz olan aşıya erişimin 2 ay boyunca zorlaşacağı söylendi. Tam kapanma adı altında yayımlanan genelgede 42 istisnai durum ile bir kapanmadan söz edilemeyeceği bu yalanı kimsenin yutmadığı aşikar. Diğer taraftan kadınlar, gençler, köylüler, işçiler sermaye devletinin yeni saldırılarına karşı direniş mevzilerinde mücadele ediyor. İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasına, kayyum rektörlere, doğayı talan eden Cengiz Holding’e, işçinin üzerinde tepinen patron takımına karşı kesintisiz direnişler sürüyor.
1 Mayıs’a böyle bir atmosferde giderken solun büyük bir çoğunluğu 4’lünün İçişleri Bakanı ile yapacağı görüşmelerden medet umarak bekleyişini sürdürdü. Tam kapanma netleşmeden 1 Mayıs yasağını tanıyarak 30 Nisan’da Kazancı Yokuşu çağrısı yapan DİSK tam kapanma ile ters köşe oldu. Dolayısıyla bugüne taşınan bir ‘kitlesel’ anma gerçekleşti. Elbette 1977 1 Mayıs’ında devlet tarafından katledilen işçileri devrimcileri anmak önemlidir. Fakat “Anıları mücadelemizde yaşayacak” cümlesini hakikatli kılmak için işçi sınıfı için mücadele etmek gerekir, konum ve koltukları sınıf adına işgal etmek değil. 1 Mayıs yasaklarından valilik, bakanlık tüm devlet bürokrasisi ile görüşme yaparak kaçmaya çalışırsan Anadolu Grup patronu Tuncay Özilhan’ın evinin önüne özel yasağa rağmen hakkını arayan Migros işçilerine söyleyecek tek söz bulamazsın. Sadece 2020’de kod-29’la işten atılmış 177 bin işçinin, ücretsiz izinde açlıkla sınanan 4 milyon işçinin derdine çareyi ancak direnen işçilerin alanlarda haykırdığı “Yasalar, yasaklar hep bize mi işliyor?” sesini 1 Mayıs’ta alanlara taşımakla, yan yana mücadele etmekle bulabilirsin. Başta Taksim olmak üzere her bir kent meydanında alanlarda olursan sınıf için mücadele ettiğin güvenini işçilere aşılayabilirsin. Yoksa işçiler inim inim inlerken toz pembe umut cümlelerine ancak güler ve sermaye, devlet, tarikat vb. cenderelerin içinde ne kadar yalnız olduğunu bir kez daha hisseder.
1 Mayıs’ta sömürü ve adaletsizlik düzeninin üstüne yürüyelim!