20 yıl önce Bangladeşli bir örgütlenmeciyle yaptığımız sohbette, sivil toplum kuruluşları (STK’ların) veya o dönem ki ismiyle kar amacı gütmeyen kuruluşlar gündeme geldi. Dobra bir biçimde “STK’lardan nefret ediyorum” demişti. Sert tavrı şaşırtıcıydı. STK’lar devrimci örgütler olmaktan çok uzak olmuşlardır fakat yaptıkları işler hala hiç yoktan iyi bulunuyordu. Politik farklılıkları bir kenara koyduğumuzda, ücretsiz sağlığı ve yoksulluk karşıtı programları kınamak dogmatik bir tavır gibiydi. Radikal önlemlerin yokluğunda, STK’lar önemli bir ara çözüm olma işlevini karşılarmış gibi duruyorlardı.
Bu sohbetimizden bu yana STK’ların sayısı dünya genelinde arttı. Önce hükmedilen ülkelerde kurulan STK’lar, şimdi emperyal çekirdeğin politik manzarasında da belirgin bir görünüme sahipler. Bugün o örgütlenmecinin STK’lara duyduğu nefretin sebepleri açıktır. STK’lar hem yaptıkları işlerle hem de kapitalizmin dışında alternatif bir geleceğin önüne geçmeleriyle yıkıcıdırlar.
İşte size dört sebebi:
1) STK’lar özerk kitlesel örgütlenmelerin altını oyar, yolundan saptırır ve örgütlenmenin yerini alır.
STK’lar bugün ABD ve her yerde toplumsal hareketlerle politik eylemcilik içinde merkezi bir konum işgal eder olmuştur. Arundhati Roy’un tabiriyle “direniş STK’laşmıştır.”
Samimi insanlar zaman zaman “iyi olan şeyi yapmak için ücret alabileceklerine” inanırlar ama bu boş bir hayalden ibarettir. Nina Power “özel alanla iş günü arasında artık hiçbir ayrım kalmamıştır” diye yazmaktadır ve “kişisel alanın artık sadece politik olmaktan çıkıp bütünüyle ekonomik bir alana dönüştüğünü” iddia etmektedir. Bu bağlantıyı açıkça kendisi ortaya koymasa da, “toplumsal adaletle” politik STK’ların mantar gibi çoğalması, bu ayrımın aşındığını gösteren iyi bir örnektir.
Örgütlenmeyle uğraşan bizler için, ortada ürkütücü bir şekilde aşina bir örüntü vardır: Bir zulüm yaşanır, öfkeli insanlar sokaklara akın eder ve bir araya geldiklerinde birileri çıkıp sonradan toplanacaklarını ve mücadeleye devam edeceklerini duyurur. Bu toplantıda birkaç deneyimli örgütçü sorumluluğu almış bir görünüm çizerler. Bu eylemciler radikal bir dille açılış yaparlar ve insanlara eğitim imkanıyla düzenli bir toplantı alanı sunarlar. Diğer herkes sonraki adımı düşünecek zaman bulamazken, akıllarında çoktan bir plan varmış gibi hareket ederler. Eylemciler yetkinliklerini ön plana çıkarırlar, şekillerle potansiyel müttefiklerini nasıl ele alacaklarını açıklarlar, protestolarının hedefi olacak politikacıların listelerini tek tek çıkarırlar.
“Hızlı bir zaferle güven inşa etmeye” dönük basit “talepler” formüle ederker ve farklı bir yaklaşımdan yana olan herkes (belki de gizemli önderlerin dışında kalan insanların sesini ileten kişiler) pasif-agresif bir tavırla göz ardı edilir. Onların rehberliğiyle herkes bir kurumu veya bir politikacının makamını işgal etmek veya bir yürüyüş ve eylem düzenlemek için harekete geçer. Protestolar gürültülü ve tutkuludur. Her şey militanca bir görünümdedir ancak sonrasında ilk yaptığınız şey, yabancı insanların kapısını çalıp sonraki seçimlerde oy kullanmaları umuduyla broşür dağıtmaktır.
Kuşkusuz bu çizgide ufak tefek değişiklikler olur ama esas unsurlar hep oradadır: STK’lar kitlesel mücadelenin altını oymak, onu reformist çıkmaz sokaklara sürüklemek ve mücadeleyi gölgede bırakmak için vardırlar. Örneğin Miami’deki “15 dolar için mücadele et” eylemlerinde, katılımcıların büyük çoğunluğu ücretli eylemcilerdir, STK çalışanlarıdır ve sendika personeli olmak isteyen potansiyel üyelerdir.
Aynı şekilde Miami’de Siyahların Yaşamı Değerlidir eylemlerinin başında ve içinde, sonraki ücretleri için “topluluğu örgütleyebildiklerini” göstermeleri gereken ücretli eylemciler vardı.
Öğrenci örgütlenmesi de STK eylemciliğine kanalize olmaktır. Iowa’da kâr amacı gütmeyen “öğrenci güçlerinden” biri faal bir şekilde öğrenci örgütçülerine ulaşmakta, onları gerek eyaletteki gerekse bölgedeki diğer genç radikallerle birleşmeye teşvik etmektedir. Ardından onlara Demokrat Parti’ye şu tarz e-postalarla çekmeye çalışmaktadır: “Iowa’nın Senato yarışı bugün ülkedeki en çekişmeli ve başa baş yarışmalardan biridir. OYUN ÇOK ÖNEMLİ VE BÜYÜK BİR FARK YARATABİLİR!” Öğrenci örgütlenmesinin reformizme bu şekilde dahil olması çok yaygın olup, doğrudan kapitalistlerce finanse edilmektedir.
Bu tür hareketlerde “örgütlenmemiş” biri keşfedildiğinde, bir grup sırtlanın taze etin etrafına toplanması gibi etrafları sarılır. İşlerini korumak için örgütleme kotalarını doldurmak zorunda olan ücretli eylemciler etraflarını anında sarıverir. Bu yeni üyeleri ikinci kez gördüğünüzde, mor, kırmızı, turuncu veya açık yeşil, üzerlerine örgütlerinin ismi basılmış tişörtler giymiş halde bulursunuz.
Kara Panter George Jackson’un devrimcilere “komünün, altyapının inşasına elde kalemler ve panolarla inşa etmeye katkıda bulunma” çağrısında bulunurken aklındaki “örgütlenme” böyle bir şey değildi.
Eylemcilik sermayeye açılmış ve profesyonelleşmiştir. Kitleleri kendi çıkarları için mücadele etmeleri yönünde örgütlemek yerine, STK’lar onları kendi yararlarına kullanır. Bir kitle hareketi inşa etmek yerine, halkın öfkesini idare ederler. Radikal veya devrimci militanlar yetiştirmek yerine, edilgen destek alıcıların yanı sıra etkisiz ama ücretli eylemciler yetiştirirler.
Örgütlenmecilerin ücret alması her zaman normal bir şey değildi. Direnişin STK’laşmasından önce, radikaller mücadeleye uluslararası işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda, kendi vicdanlarıyla, düşmanı yenip dünyayı değiştirmeye dönük yakıcı bir arzuyla dahil olurlardı.
Bugün mali bir destek almadan örgütlenme faaliyeti yapmak neredeyse yabancı bir kavramdır. Broşür dağıtmaya gittiğimizde (evet hala kağıttan broşürler dağıtıyoruz) insanlar bize sık sık şunu soruyor: “Bu işe nasıl girebilirim?” Ücret almadığımızı söylediğimizde, genelde bize inanmaz gözlerle bakıyorlar.
STK mantığının bu şekilde içselleşmesi, büyük oranda Sol mücadelenin bu denli zayıf olmasıyla bağlantılıdır. Kapitalist sınıf, çoğu kez devletin yardımıyla, Solu bastırmada geçmişten bu yana hep etkili olmuştur. Kimi zaman bunu FBI’ın COINTELPRO programı gibi, örgütlerin içine sızarak ve şiddet yoluyla yapmıştır. Fakat bugün hoşnutsuzluğun bastırılması ve farklı bir yöne kaydırılması, ellerindeki pankartlarıyla iyi niyetli eylemcilerden gelmektedir. Sermaye bu örgütleri finanse ettiği için, içlerine sızmaya ihtiyaç duymamaktadır.
2) STK’lar emperyalizmin araçlarıdırlar.
Askeri işgaller veya işgal tehdidi, emperyalist ülkelerin çevre ülkelerdeki kaynaklarla emeği sömürme arayışlarında hala vazgeçilmez birer unsurdur. Ancak “askeri seferberlik” taktiği gittikçe alınacak son önleme dönüşmektedir. Ayrıca bugün daha kapsamlı denetim stratejilerinin içinde, maliyeti düşük, toplumsal olarak altüst oluşlara sebep olmayan yöntemler vardır.
STK’lar aynı misyonerler gibi, bölgenin ihracat temelli tarım, terhaneler, madenler ve turistik yerler için hazır hale getirilmesi için kullanılırlar. Bu günlerde askeri eylem genelde insani müdahale (en azından ülke içindeki vatandaşlara) olarak nitelendirilse de, STK’ların görünüş itibariyle insani niteliği onların varlığını haklı çıkartmaya yeter. Ancak askeri müdahalelere bakarken kullandığımız eleştirel gözün aynısını STK müdahaleleri için de kullanmak elzemdir.
Haiti, STK’ların emperyalist saldırganlığa yardakçılık ettiği en uç örnektir. Birçok Haitilinin “STK’lar cumhuriyeti” diye adlandırdığı ülkede, 2010 depreminden önce hali hazırda 10,000 civarı STK vardı. Dünyada kişi başına en çok STK Haiti’de bulunmaktadır. Deprem yardımlarının %99’u STK’larla ve diğer kurumlarla aktarıldı. Bu kurumlar dünyanın her yerinden insanın iyi niyetle ve felaketin harap ettiği topluma yardımcı olma umuduyla gönderdiği paraları ceplerine atarak, haydutlukla zenginleşmişlerdir. Bu yeni bir şey değildir. Yıllar önce USAID ve Dünya Bankası Haiti ve diğer ülkelere ihracat temelli bir ekonomiyle “yapısal uyum” programları dayatmaktaydı. 20 yıl önce bile USAID kaynaklarının %80’i ABD’li firmalarla “uzmanların” ceplerine geri akıtılmaktaydı. Süreç olgunlaştıkça, STK’lar bu asalaklara özgü birikim modelinden kârlı çıkan yapılara dönüştüler. En başta “yardımın” yarattığı sefaletten beslenip çıkar elde ettiler.
Hükmedilen ülkelerin çoğunda, STK yöneticileri bürokratik burjuvazinin bir alt grubuna dönüşmüş, devleti özel sermaye birikiminin kaynağı olarak kullanır olmuşlardır. Son 20 yıldan bu yana, Haiti’de STK’ları kuranlar ve yönetenler, Başkanlıktan Başbakanlığa ve vekilliğe çeşitli politik roller üstlenmişlerdir. İçlerinde Aristide, Preval ve Michele Pierre-Louis de vardır.
Yani küresel emperyalizm STK’lara var olma sebebi vermekle kalmıyor, onları emperyalist hakimiyet projesinin etkin unsurlarına dönüştürüyor. Bir başka örnek verirsek, 2002’de STK’lar Venezuela’da demokratik yollarla seçilmiş Başkan Hugo Chavez’i devirmek için, James Petras’ın tabiriyle “arkasına sendika bürokratlarının ‘taban’ unsurlarını çekmiş askeri-bürokratik unsurları” desteklemek amacıyla Beyaz Saray, CIA ve AFL-CIO’yla işbirliği yaptılar. Halkın ülke içindeki seferberliği Chavez’i tekrar iktidara taşıyınca, ABD’nin finanse ettiği STK’lar, petrol firmalarının başını çektiği bir lokavta destek verdiler. Ancak bu hamle de işçilerin petrol sektörüne el koymalarıyla bozguna uğradı.
3) STK’lar devletin yapması gereken şeyin yerini alıyorlar.
Kapitalist/emperyalist kurumların (şirketlerin, vakıfların ve G8 ülkelerinin) finanse ettiği “yardım” kuruluşları hükmedilen ülkelerde, devletin belli temel işlevlerini üstlenmişlerdir. İroniye bakın ki, yardım ihtiyacı aynı emperyalist yapıların dayattığı acımasız kredi koşulları yüzünden ortaya çıkmıştır.
Gerek emperyalist gerekse hükmedilen ülkelerde, devletin yürüttüğü toplumsal programların “sönümlenmesi” devletlerin zayıfladığı anlamına gelmemektedir. Artık kaynaklarının çoğunu fethe, baskıya ve birikime ayıracakları, halkı edilgenleştirmeye, onların büyük huzursuzluklar çıkarmalarını önlemeye daha az kaynak harcayacakları anlamına gelmektedir.
Bangladeş’te mikro-kredi (küçük yatırımcılara yönelik düşük krediler) programları saldırgan bir tutumla yoksulluğu yatıştırmanın en dikkat çeken yöntemi olarak teşvik edilmişlerdir. Oysa sonuçları feci olmuştur. Mikro kredileri icat eden Muhammed Yunus ile Grameen Bank “tabandan ekonomik ve toplumsal bir gelişim” yarattıkları için Nobel Ödülü’ne layık görüldüler. Ancak gerçekte yaptıkları, kırsal kesimdeki yoksullar arasında bankalara yeni piyasalar açmaktan ibaretti. Borç verdikleri kurbanlarıysa faizleri ödemek için organlarını satacak noktaya geldiler. Tarihçi Badruddin Umar’ın belirttiği gibi, “Hükümetin ve emperyalistlerin bunu yapmaktaki temel amacı, yoksulluğu kalıcılaştırmak ve yoksulların ilgisini değişen temel üretim ilişkileri için verilen politik mücadelelerden, yoksulluğu yaratan ve devam ettiren toplumsal koşullardan uzaklaştırmaktı.”
Jennifer Ceema Samimi ABD’de dahi, “federal hükümetteki bozulmanın, refah devletine özgü uygulamalar da dahil olmak üzere çeşitli mal ve hizmetin tedarik edilmesinde devletin kar amacı güden ve gütmeyen firmalara bağımlı hale gelmesiyle sonuçlandığını” yazmaktadır. Doğrusu gerek emperyal merkezde gerekse çevre ülkelerinde, ezilen nüfuslar gitgide ihtiyaçlarını bağış yapan sağlık kuruluşlarından, gıda bankalarından ve çeşitli “sivil toplum” kuruluşlarından karşılamaya koşullanmışlardır.
Sağlık, gıda, su, barınak, eğitim, çocuk bakımı ve anlamlı bir istihdam insan yaşamının temel gereklilikleridir. Hepsi birer hak olmalıdır, STK’ların fonladığı bir ödül veya proje değil.
4) STK’lar işçi sınıfının mücadelesini silerek kapitalizme destek olur.
STK’ların gerek emperyal merkezde gerekse çevrede bu denli hızlı bir şekilde artmasının sebeplerinden biri, kriz içindeki küresel ekonomide yönlerini bulmaya çalışan işsiz üniversite mezunları için bir sağ kalma yoluna dönüşmüş olmasıdır.
Bugün iş piyasası, eğitimi ve araçları olan genç insanlar için bile zorlu bir alana dönüşmüştür. Kapitalizmin büyüyen meşruiyet krizi, büyüyen eşitsizlik ve baskıyla birlikte alındığında bu durum, STK’ları cazip bir istihdam kaynağı olarak göstermektedir. Özellikle küçük burjuvazi için bir çıkış yolu, güvenli ve iyi bir iş bulma imkânı sunmaktadırlar. Örneğin Haiti’de en büyük istihdamı STK’lar sağlamaktadır.
STK sektörü, proleterleşmeden ve sınıf mücadelesinden kaçmanın bireysel bir seçeneği olarak, ABD’li küçük burjuvazi için de eşit derecede caziptir.
Beşeri ve sosyal bilimler alanında aldıkları diplomalarıyla bir dolu kolej mezunu, kasvetli istihdam olanaklarıyla karşı karşıyadır. İyi bir işe girme seçenekleri sınırlıdır. Düşük maaşlı hizmet işleriyle kıyaslandığında, STK’larda çalışmak çok olumlu bir şeydir. Geçenlerde genç bir STK çalışanının söylediği gibi, kar amacı gütmeyen kurumlarda iş “anlamlı” bir iştir, yani sadece kirayı çıkarmanı değil dünyayı değiştirmeni de sağlar.
Kentlerde yaşayan gençleri Amerika İçin Öğret kampanyasıyla harekete geçirmek, Subway’de sandviç hazırlamaktan çok daha heyecanlıdır. Ne var ki bu işin genç öğretmenleri, Glen Ford’un tabiriyle ırkçı TFA’nın “kurumsal eğitim karşıtı oyununa” nasıl suç ortağı yaptığını düşünmemek en iyisidir. Kapitalizmin en kötü sonuçlarına yöneltilen mücadelenin STK’lara aktarılması, kapitalizmin temel çelişkisini, yani sermaye ve emek arasındaki çelişkiyi saklamaktadır. Kapitalizmin korkunç sonuçları (baskı, çevre talanı, fetihçi savaşlar, sömürü, yoksulluk) sebepleri ortadan kaldırılmadığı müddetçe yok edilemezler. Sermayenin yeniden üretimi ve birikimi, emek süreci içinde işçilerin sömürülmesiyle elde edilen artık değerin elde edilmesiyle meydana gelir.
Bunun yerine STK’lar, (işçiler gibi) üretim sürecinde sömürülmek yerine sermaye dolaşımı içinde az para kazanan, sermayenin hükmettiği ancak bu ilişkiye (işçilerde olduğu gibi) büyük bir karşıtlık içinde deneyimlemeyen küçük burjuvazinin özlemlerini ön plana çıkarır. Dolayısıyla küçük burjuvazinin, sınıfsal çıkarlarını korurken temel eğilimi, kapitalizmi yok etmek değil, kapitalist çerçeve içinde eşitlik kavgası vermektir. STK’lar bunun ifadesidir. Kapitalist sınıf bu yolla işçi sınıfının mücadelesini etkisiz kılıp onu reformizme yönlendirir. Mücadelelerini müesses nizamın siyasi partilerine ve işbirlikçi sendikaları içine hapseder.
Tarihe baktığımızda, işçi sınıfı ağzını devrim için her açtığında, küçük burjuvazinin yumuşak yastığı onu boğmaya hazır olmuştur. Kapitalistler işçi sınıfının üzerindeki kapitalist hakimiyeti korumaları için, küçük burjuvaziye dayanmaktadırlar. Küçük burjuvazi içinden çıkmış, ciddi, ilerici, radikal veya devrimci bir militanın önündeki zorluk, bu dayatılmış çizginin dışına çıkmak, bu rolü bilinçli bir şekilde reddetmek, isteyerek veya istemeyerek gerici amaçlar doğrultusunda kullanılmayı engellemektir.
*Bu makale counterpunch.org sitesindeki alsından Gazete Hayır Çeviri Ekibi tarafından çevrilmiştir.