Salı, Nisan 23, 2024

Kazanan hepsini alır -Janan Aljabiri (Jacobin)

IŞİD kuzey Irak’ta yenilse bile, ülkedeki şiddetli çatışma son bulmayacak.

17 Mart Cuma günü, Amerikan önderliğindeki koalisyon güçleri, kuzey İrak’ta bulunan IŞİD denetimindeki Musul’un batı kısmına hava saldırısı düzenledi. Bu operasyon üç yüz sivili öldürdüğü gibi, çok daha fazlasını şehri terk etmeye zorladı. Sokaklarda gömecek kimsesi olmayan yüzlerce ceset vardı. Nerdeyse dört milyon Iraklı bugün yerinden edilmiş halde ve Musul’un yıkımı milyarlarca dolara mal olmuş durumda.

Ödenen bu bedeller karşısında, IŞİD’e açılan savaş kazanıldığında Irak’taki terör son bulacak mı diye sormak zorundayız.

IŞİD’in 10 Haziran 2014’ta Irak’ta ortaya çıkışı çoğu kişiyi şaşırtmış olabilir, ancak Musul aslında doğrudan ve resmen olmasa da 2004’ten beri IŞİD’in kısmi denetimi altındaydı. IŞİD varlığını ancak 2006’da duyurdu ve son on yılı askeri-ideolojik gücünü tesis ederek geçirdi.

Ortaya çıkışlarını en başta Amerika’nın Irak’a açtığı savaştır. Bu savaş neticesinde El Kaide, hem ABD önderliğindeki koalisyon hem de yeni Şii merkezli ulusal hükümetle müttefiki İran’a karşı direniş içinde kök salarak güç kazanmıştır. Saddam Hüseyin rejimi çöktükten sonra yenik düşmüş ve yeni düzende marjinalleşmiş Baas partisi üyeleri onlara katıldılar.

Bu gruplar kendilerini Nakşibendiler, Ensar el-İslam ve Mücahitler Ordusu gibi adlar altında örgütlediler. Hedefleri kontrolü geri almaktı. El Kaide ile Baas rejiminden geri kalanlar arasındaki işbirliği, IŞİD’in kurulmasıyla zirveye ulaştı.

Amerikan işgali sırasında sekter yapıların politikleşmesi, IŞİD’in Musul’u işgal etmesini mümkün hale getirdi.

ABD’nin tesis ettiği rejim, batı Irak’taki yurttaşları baskı altına almış, onları ‘Sünni üçgeni’ diye sınıflandırmıştı. Ordunun çürümüşlüğü, iki milyonluk kenti bırakıp gitmeleri durumu daha da korkunç bir hale getirdi. Musul’a batıdan girip Bağdat’ın 64 km yakınına kadar gelmeleri için, iki binden az IŞİD savaşçısı yeterli olmuştu.
Irak’ın içindeki mezhepçi çatışmaların bölgesel ve uluslararası sponsorları vardır. Bağdat’taki hükümet İran’ın askeri desteğini almaya çalışmış, İran da bonkör bir şekilde silah, bilgi ve askeri liderlik sağlamıştır. Lübnan’daki Hizbullah da Şii müttefiklerine yardımcı olmuştur. Türkiye, Suudi Arabistan, Kuveyt ve Katar ise Musul’daki Sünni politik gruplara arka çıkmışlardır. Bu ülkelerin her biri Irak’ta tutunacakları bir konum elde etme çabasındadır.

Musul için verilen mücadele epey maliyetli olmuştur. Görünürde işin sonuna gelinmiş gibi olsa da, 2003’ten bu yana Irak’a bela olmuş mezhepçi çatışmaların IŞİD’in gitmesiyle sona ereceğine dair hiçbir emare yoktur. Geçen yılın Ekim ayında Musul’u geri alma mücadelesi başladığından beri, koalisyon güçlerinin hava saldırıları, Irak kara birliklerinin ve IŞİD militanların ateşleri arasında sayısız sivil hayatını kaybetmiştir. Kayıplar yüz binleri bulmuş haldedir.

IŞİD kentten ayrılan herkesi vururken, Irak birlikleri insanlardan Musul’dan çıkmamalarını istemiştir. Ancak savaş öyle şiddetlendi ki, artık mahalleden mahalleye bir sokaktan diğerine sıçrıyor. IŞİD düzenli olarak sivilleri kendisine kalkan olarak kullanıyor. Bazılarıysa Amerikan hava saldırılarını savaş suçu olarak sınıflıyor. Şii milisler de mezhepçi vahşetle suçlanmakta. Kasıtlı bir şekilde hastaneleri ve eğitim kurumlarını hedefledikleri iddia ediliyor.

IŞİD denetimindeki bölgelerden kaçmayı başaracak kadar şanslı olanlarsa, Kürdistan ve çevresindeki bölgelerde kurulmuş kamplarda yaşamakta. Bu dört milyon insan, Irak tarihinde yerlerinden olmuş en kalabalık insan grubunu temsil ediyor.

Dahası Musul saldırısı başladığından beri, Bağdat’a ve diğer kentlere yapılan terör saldırıları artışa geçti. IŞİD yenilse bile yoğunluklarının artma ihtimali var. Hem Iraklı hem de ABD’li yetkililer ‘Musul’u kurtarma’ savaşını ‘teröre karşı savaş’ olarak tarif ediyorlar.

Ancak mezhepçi çatışmalar sürdüğü müddetçe, IŞİD’in yenilmesi bile barış ve güvenliği garanti etmeyecektir. Mevzu sadece dini ideoloji değil, Irak devletini kimin kontrol ettiğidir. Nitekim bu da ülkedeki petrol gelirlerine kimin sahip olacağını belirleyecektir.

Savaş sonrası için planlanan yeniden inşanın parçası olarak, ABD muhasasa diye adlandırılan ve mezhepçi, ulusalcı ayrımlara dayanan politik bir yapı getirmişti. Bu anlaşma, mezhepçi iktidar paylaşımını kurumsallaştırmış ve devlet gelirlerini ölçeklerine göre dini ve ulusal gruplara dağıtmıştı.

Iraklıların çoğunluğu Şii olduğundan, parlamentoda, hükümette ve diğer devlet kurumlarında en büyük dilimi onlar almışlardı. Sünniler ve Kürtler azınlık oldukları için, daha küçük paylara sahiplerdi.

Muhasasa ülkede iktidarı parçalara ayırmanın yeni ve son derece radikal bir yoludur. Sadece dini mezhepler arasında değil ulusal gruplar arasında da çatışmaları körüklemiştir. Şimdi Musul savaşı son aşamalarına gelirken, yerel güçler IŞİD sonrası dönem için hazırlanmakta. Her grup, bu yeni politik gerçeklikten en iyi şekilde yararlanacakları bir konum alma derdinde.

Şii milisleri Musul’un kurtarıcıları olmayı ummakta ve bu zaferi rakipleriyle paylaşma niyetleri yok. Irak el Haşd El Şabi (veya Halkın Seferberlik Güçleri) vasıtasıyla Şiiler, ülkenin orta ve güneyinden yüz binlerce genç erkek topladı. Bu yeni güç, Şiilerin yönetimindeki hükümet Haşd El-Şabi’ye fon sağlamak için dört milyon memurun maaşından %4’lük bir zorunlu kesinti yapmasına rağmen, hükümet tarafından bağımsız bir yapı olarak kabul edilince parlamenter bir zafer elde etmiş oldu.

Bu milis gücün IŞİD’ten sonra neye dönüşeceğini göreceğiz: Dağılabileceği gibi, yaklaşan seçimlere katılma hakkı olduğunu iddia ederek politik gücünü konsolide etmeye de çalışabilir. Yarattığı çekim gücü, İslamcı Devrim Muhafızları’nın İran’da oynadığı rolden hiç de az değildir. Bu olasılığı engellemek için, Sünni politik gruplar daha her şeyin başında, el Haşd’ın Musul savaşına katılmasına ayak direttiler.

Batı Irak’taki Sünniler kapılarını IŞİD’e açarak, Şiilerin ağırlıkta olduğu hükümete ağır bir ders verdiklerini düşünüyor olabilir. Aynı 2014 öncesinde olduğu gibi, çoğunluğu Sünni olarak sınıflandırılan toprakları Şii müdahalesi olmadan yönetme iddialarıyla, daha fazla güç elde etmeye çalışıyorlar. Arkalarına Türkiye, Suudi Arabistan ve diğer uluslararası oyuncuları alan Sünniler, zihinlerindeki bu hedefle Ürdün Doha ve Tanzanya başkenti Darüsselam’da toplantılar düzenleyip, Cenevre ve Ankara’da iki konferans yaptılar. Şii hükümetini, ‘zenginliğin eşit paylaşımına’ dönük bir strateji benimsemeye zorlamak istiyorlar. Bu talepler göz önünde tutulduğunda İslamcı Sünni gruplar, IŞİD’in ardından Irak’taki iktidardan adil bir pay almazlarsa IŞİD’le veya başka yeni gruplarla işbirliği yapabilirler.

Kürdistan Bölgesel Yönetimi başkanı Barzani açısından, Musul savaşı partisinin Kürt toprağı saydığı yerleri geri kazanma fırsatı. Irak’ın eski maliye ve dış işleri bakanı Hoşyar Zebari, Kürdistan’ın 2017’de bağımsız bir referandum yapacağını vaat etmişti.

Mezhepçilik Şiilere, Irak’ın politik ve ekonomik yapılarını ele geçirmeleri, iktidarın adilce dağılımını imkansız hale getirmeleri için güçlü bir gerekçe sundu. Devlet kaynakları için verilen kavga, mezhepçi sloganlarla yürütülmüştür. Dolayısıyla bu söylemin IŞİD’le sona ereceğini varsayamayız.

Mezhepçilik gruplara kendi topluluklarını temsil etme meşruiyeti sağlamakta ve onlara kitlelerini harekete geçirmek için etkili bir araç vermektedir. Son birkaç ay içinde, hem İslamcı Şii gruplar hem de Sünniler mezhepler arası ilişkiler kurma söylemini benimsese de, bu değişimi ciddiye almamalıyız. Şii gruplar Musul’u IŞİD’ten kurtardıktan sonra, neden mezhepçi platformlarını terk etsin ki?

Bu mezhepçi gruplar arasında çözüm bulmayı zorlaştıran bir diğer etmense yolsuzluk. Hiçbir hukukun olmadığı bir devlette, devletin kaynaklarına erişebilenlerin bu payı bırakmak için hiçbir motivasyonları yoktur.

IŞİD’ten sonra neler olacağı bilinmez fakat mezhepçilikle yolsuzluğun kurumsallaşması, çok daha şiddetli çatışmaları besleyecektir. Irak halkı sadece sivil bir devlet arzusuyla yetinmeyip, dini ve mezhepçi kimliklere dayanan bir savaşın bitirilmesinde koşul olarak seküler bir devletin kurulmasını talep etmelidir.

Son Eklenenler