1000’i aşkın Filistinli tutsağın 40 gündür devam eden açlık grevi sona erdi. İsrail, ayda bir görüş iznini ikiye çıkarmayı kabul etti. Fakat İsrail hapishanelerinde yaşanan vahşeti gözler önüne sermesi açısından Jacobin’de Stanford Law Uluslararası İnsan Hakları Kliniği’nin delegeleri Meghna Sridhar ve Tripp Zanetis tarafından kaleme alınan makalenin çevirisini sizlere sunuyoruz:
Toplu mahkumiyetler İsrail işgalinin temel ayağı. Yüzlerce Filistinli mahkum mücadele için açlık grevinde.
Filistinli Mahkûmlar Gününün yıldönümü olan 17 Nisan günü, İsrail hapishanelerinde yatan 1,500’ü aşkın Filistinli toplu açlık grevine başladı. Geçen bir ayın ardından, mahkûmların 834’ü grevi sürdürmekte, düzinelercesiyse İsrailli yetkililerin ‘yakın tıbbi takibine’ alınmış halde. Grev Filistinliler arasında büyük bir dayanışma dalgası yarattı ve İsrail yetkililerinin sert baskılarıyla karşılaştı.
Grevin başlamasına haftalar kala, Stanford Law Uluslararası İnsan Hakları Kliniği’nin delegeleri olarak Batı Şeria’daki askeri mahkemeleri ziyaret etmiştik.
Mahkeme süreçlerine ilişkin gözlemlerimiz bize, hapishane sisteminin nasıl işgalin temel direği olduğunu ve hapishanelerdeki grevin neden Filistinliler arasında böylesi bir destek bulduğunu gösterdi.
Mahkumlar daha iyi koşullar talep etmekteler: Aile ziyaretlerinin ve telefon aramalarının artması, kitap, gazete, mektup ve eğitim olanaklarına daha fazla erişim ve idari tutukluluk süreleriyle tecritlerin sona ermesi.
Ancak mücadelelerinin temelinde, üstü çok daha örtük bir sorun yatmaktadır: Ellerinden onurlarını alan ve 1967’den beri her üç Filistinli erkekten birini hapse kapatan askeri mahkeme sistemi. İsrail’de tutuklu olan Filistinliler, başında İsrail ordusunun olduğu, sivil mahkemelerin teminatının hiç olmadığı bir mahkeme sistemi tarafından cezalandırılmaktadırlar. Bu askeri mahkemeler yasal bir çifte standarda dayanmaktadır: Sadece İsrailli sivillere veya İsrail mülklerine yapılan suçları cezalandırmakta, İşgal Altındaki Batı Şeria’da yaşayan İsrailli yerleşimcilerin işledikleri veya Filistinlilerin zarar gördüğü suçlara ceza vermemektedir.
Marwan Barghouti’nin grevin öncüsü ve siyasi bir mahkûm olarak belirttiği gibi, İsrail’in askeri mahkemeleri “işgal suçlarının ortaklarıdırlar.”
İsrailli yetkililer açlık greviyle ilgili olarak hızla önlemler aldılar – sadece protesto yapanları cezalandırmakla kalmayıp, aktarılan bilgilere göre grevi sürdüren kişileri zorla beslemek için ayrı askeri hastaneler kurmaya girişmişlerdir. Bu esnada aşırı sağcı Ulusal Birlik eylemcileri, hapishanelerin dışında mangal partileri düzenleyip, yayılan ızgara et kokusuyla aç mahkûmları alaya almışlardır. Pizza Hut ise, Barghouti’ye bir dilim pizzayla grevi bitirmesini söyleyen bir reklam vermiştir.
İsrail dış işleri bakanlığı sözcüsü Emmanuel Nahshon, Filistinli mahkûmların siyasi mahkum olmadıklarını, ‘adalete teslime edilmiş teröristler ve katiller” olduklarını söylemiştir.
Askeri mahkemelere dair gözlemlerimiz ve istatistikler çok farklı bir öykü aktarmaktadır. Mahkemeler her yıl beş ila yedi yüz arasında çocuğu mahkûm etmektedir. 2010 ve 2015 yılları arasında hapse atılan çocukların %79’u taş fırlattığı için hapse atılmışlardır. İsrail ordusunun kendi sınıflandırması içinde bu sadece ‘kamu düzenine’ yönelik bir ihlalden ibarettir. Bu suç genelde, askeri hedeflere hiç kimseye zarar veremeyecek kadar uzaktan taş fırlatan gençleri kapsamaktadır.
Askeri mahkemelerin ceza verdiği diğer ihlallerin bir kısmı da şiddet içermeyen türdendir. Tahrik (Facebook sayfalarında işgal karşıtı paylaşımları yapmayı kapsayacak kadar geniş tanımlı bir suçtur) listelerde gittikçe daha fazla yer tutmaktadır. Filistinlilerin İsrail’e çalışmak için yasa dışı yollarla girmesini kapsayan sızma ise, askeri mahkemelere getirilen erkeklerin önemli bir kısmını oluşturmaktadır.
Başta çocuklar olmak üzere sivilleri askeri mahkemelerde, böylesi uzun dönemler boyunca alıkoyma pratiğine, göstermelik bir demokraside dahi rastlanmamasının iyi bir sebebi vardır. Uluslararası hukuk, işgallerin olduğu savaşlar gibi istisnai durumlarda askeri mahkemelerin sivilleri yargılamasına izin vermektedir. Ancak işgalleri düzenleyen uluslararası kanunlar hazırlanırken, elli yıl süren bir işgalin olacağı düşünülmemişti. Nitekim İsrail’in askeri mahkemeleri tam da bunun neden böyle olduğunu gösterir nitelikte.
Askeri mahkemelerde yapılan duruşmaların %99.74 gibi ezici bir oranı mahkûmiyetle sonuçlanmaktadır: Bir kere suçlandığında, Filistinlinin başarılı bir müdafaa yapma fırsatı çok düşüktür. Özellikle çocuklarla ilgili deliller, genelde zorla alınmış itiraflardan ibarettir. Ancak böyle kanunsuz yollarla edinilen kanıtların dikkate alınmamasına ilişkin itirazlar nadiren başarıya ulaşmaktadır. Mahkeme dili tamamen İbranice olup, davalıların hemen hemen hiçbiri, avukatlarınsa çoğunluğunun konuşamadığı bir dildir. Tercümeler çoğunlukla yetersiz ya da yarım yamalaktır: Hatta mahkemenin ortasında bir tercümanın salonu terk edip gittiğine tanık olduk. Çoğu vaka suçun kabul edilmesiyle karara bağlanmaktadır. Çünkü görüştüğümüz avukatlara göre, mahkemeye dava sunma girişimleri nedeniyle hem davalılar hem de davalı avukatları cezalandırılmaktadır.
Kısacası Filistinli mahkûmlar, sadece çetin hapishane koşullarında, ailelerine hiç erişemedikleri veya sınırlı oranda eriştikleri hapishanelerde yaşamakla kalmıyorlar. Bu tesislere konuşamadıkları bir dilde yapılan, masumiyet karinesinin uygulanmadığı ve kendilerini başarıyla savunma fırsatlarının olmadığı gayrı-insani duruşmaların sonucunda sokuluyorlar. Bedenlerini açlık grevine terk etmelerinin sebebi, sistemin kendilerine başka bir seçenek bırakmaması.
Bu sistem yıkılmalı.
Toplu mahkûmiyetler, İsrail’in Batı Şeria’daki denetiminin temel sacayağı. Hapishane koşullarını iyileştirmek veya prosedürel koruma önlemleri koymak sorunu çözmeyecektir. Ancak sivil nüfus üzerindeki askeri denetimin kalkmasıyla, hem her gün dışarıda aşağılanan milyonlarca insana, hem de grev yapan mahkûmlara adalet gelecek.